Çırê Musyon

24 Şubat 2017 Cuma

Bingölün Devsirme Portreleri..

Bingöl'ün Devşirme Portreleri
Devşirmeler kendi halkının değer yargılarından, kültür ve kimliğinden uzaklaşan kesimlerdir.
Kendini küçülten bu güruha ironik dilde Ülkücü-Kürd veya Boz-Kürd demek en uygun tanımlamalardır..
Çolig coğrafyasında kamu görevlileri hariç yerleşik Türk yoktur. Halkın tamamı Kürd kökenlidir. Kığı,Yedisu çevresinde 1800 li yılların sonunda göçeden Çerkez kökenli bir iki köy hariç Kürd dışında yabancı veya başka aidiyete mensup insanlara rastlanmaz.,
1900'lu yillarda Arnavut kökenli Osmanli tarihçisi Şemseddin Sami'nin, Kamus-ul Alem eserinde Dareheni-Çolig üzerine olan araştırmasına bakmakta fayda vardır.
Araştırmada bu coğrafyadaki halkin % 70'i Kürd, geriye kalanların gayrimüslüm (Ermeni) olduğunu yazar.
Türkçülüğün fikir babası Çermikli Zaza Tevfiğin oğlu Ziya Gökalp, Çolig'deki halkının çoğu Kurmanc(Kırdas) ve zaza (Kırd) olduğunu yazar. Tabi bu tesbiti Türkçü olmadan evvel yazmıştır.
Yine Evliya Çelebi bölgeye yapttığı Seyhatnamede yaşayan halkın Kürdlüğünden ve farklı bir dilin kullanıldığından bahseder.
Yukarıda adı geçen bu üç isim de resmi-ideolojiye göre (refererans) kabul gören,itibarlı araştırmacı, gezgin, sosyolog ve tarihçidirler.
Colig cografyasinda hal böyleyken 1970 li yılların başından itibaren münferit (azda olsa) bazı öğrenci, meslek sahibi kişi ve ailelerin ortaya çıktığı görülür. Bu kesim biz Kürd değil Türküz, dediler. Bunun yanında ülkücü, Zazalıklarını (Zazaları ayrı bir halk olarak gören) keşf etmeye başladılar. Hemen belirtelim ki Bingöl'de Zazacılık yapanların hemen hemen tümü Ülkücülerdir. Bunları harekete geçiren sosyolojik,tarihi ve siyasi nedenler vardır.
Bu ülkücü gurup işi o kadar azıtarak Çoligde Kürd mücadelesi veren kişilere saldırmaya başladılar. Çolig gibi birbirini tanıyan küçük bir beldede 1980 öncesinde onlarca insan öldürüldü. Bu insanların çoğunun dedelerinin, babalarının kaderleri ortaktı.
Kürd ulusal davası (Şeyh Said hareketi) başta olmak üzere Çarlık Rusyasına karşı Çobantaşı (Kerre Seği) cephesinde beraberce şehid oldular. Bu konuda onlarca örnekte verebilirim,
Çolig'de ilk saldırıyı Kürdlüklerini inkar eden, avare, avare gezen kendini ülkücü gören her şeyden bihaber 6-7 gençten geldi. Çünkü düğmeye derin devlet tarafından basılmıştı. Ülkücülüğün ne olduğunu bilmedikleri kesin, ama onları kullanan güç belliydi. Bu gücün yerli işbirlikçileride geleceklerinden habersiz para, şöhret ve iktidar hırsı peşindeydi.
Bu işbirlikçilerin bazılarının dedeleri isyanda idam edilmişti, şehadetleri umurlarında bile değildi. Adeta dedelerine meydan okurcasına (reddi miras) yoluna gitmişlerdi. Bu irade beyanı ile dede ve babalarımızla bir alakamız olamaz der gibiydiler. Onlara göre dedeleri işledikleri suçlardan dolayı hak ettikleri cezayı devlet zaten vermişti.Kendileride dedeleri gibi aynı suçu işlemiyeceklerini,derin devletin hep hizmetinde olacaklarını beyan ediyorlardı. Çaresiz ve umutsuz eski Kürdlerin bir sözü varya, bunu dogrularcasına (Devletin mutlaka bir bildiği) vardır der gibiydiler. Bu gurupların misyonu kuşkusuz, Şeyh Said hareketinde Çete Huqmat, günümüzdeki karşılığı koruculukla eş değerdir. Geçmişteki çete huqmat olan bazı kişi ve aileler bunun utancını hala yaşıyorlar.
..................
Kürd davası büyüdü. Kürd federe devleti kuruldu. Derin devlet yerli işbirlikçilerini Çoligde yine devreye koyuldular. Elazıg ve Çolig çevresinde ülkücüler adına yıllar önceydi komando kampları kurdular. Kurdistanda ülkücülük,ırkçılık,kafatasçı şoven fikirler maya tutmayınca bu işi ancak islami ve dini (Hizbullah) motifli örgütlerle başarabileceğini denemeye koyuldular. 90 lı yılların ortalarına doğru Çoligin hemen bitişigindeki Erzurum-Karlıova yolu güzergahındaki Tüyerek köyünü boşaltarak üs kurdular.
Cami ve medrese adı altında silahlı eğitim ve işkencehane olarak kullanmaya başladılar. Hem de Hamamlar karakolu kontrolünde, Çan köyü (Tüyerek) mezrası tarihe tanıklık etmiş bir beldedir. Merhum Şeyh Îbrahim Korkutata'nın köyü artık cellatlarının hizmetine girmişti.
Şeyh Ahmed Çan'ın türbesi adeta kan ağlıyor, Çoligin yiğit direnişçilerine sitem ediyordu. Tıpkı müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa, müslümanlara yasak olduğu gibi, Tüyerek işgal altında gasp edilmiş ve artık köyün sahiplerinede yasaktı.
Türkçü, Ülkücü, Hizbullahçıların fikir babaları hepsi Kürd cellatlarıdır. Nihal Atsızın çıkardığı Ötüken yayınlarını geçmişe giderek okuyun. Barzani'ye Şeyh Said'e ve topyekün Kürdlere nasıl saldırdığı ve hakaret ettiğini görebilirsiniz. Sözde islamcı , Hizbullah veya Hizbul-kontra giderek Kurdistan da aktifleşti. Örgütün başınada Batmanlı bir Kürd Hüseyin Velioğlu getirildi.
Hüseyin Velioğluna bir misyon biçildi, görevi Kürd aydın ve yurtseverlerini temizlemekti. Velioğlu Hizbullahın ilim kanadının başına geçti. Ilk işi Said-i Kurdinin inançlı ve kararlı talebesi Izzettin Yıldırımı öldürmek oldu,
Izzeddin Yıldırım'ı nasıl kaçırılıp, domuz bağı ile öldürdüğü, ve zorla MİT ajanı olduğunu söyletip, video görüntülerinide kamuoyuna dağıtarak kendilerini kamufle etmeye çalişsalarda, pratikleri onları ele veriyordu.
Yine Batman'li Fidan Güngör menzil gurubunun lideri Hizbullahın bir başka versiyonuydu.
Hüseyin Velioğlu Menzil gurubu onlar gibi düşünmediği ve kısaca Kürd kanına girmedigi için saldırılarını yoğunlaştırdılar.
Başta liderleri Fidan Güngör olmak üzere onlarca Menzil örgütünden kişileri öldürdüler.
Izzedin Yıldırım Zehra gurubundan olup, dindar bir Kürd yurtseveri ve şehididir. Medreset'ül Zehra gurubu günümüzde Nübuhar yayın çevresi Kürd tarih, kültür ve edebiyatına verdiği eserler taktire değerdir.
Çoligliler bilir, Hizbullah Kürd şehidi Nesih Anşin'i kaçırıp,Tüyerek mezrasında Çuval içine koymuş, hikayesi çok uzun, bundan kıl payı kurtulmuştu.
Yine merhum Palu'lu Hacı Mustafa Akçan çok mütevazi bir zat,haraç vermediği için gece nasıl öldürüldüğünü Çolig halkı çok iyi biliyor. Çolig'in Afatlar mahallesinin delikanlı,sevecen ve zazaca çiirleri ve nüktedan kişiliğiyle bilinen Abdulcelil Bayram'ın oğlu Ahmet Bayramı şehit etiler. örnekleri çoğaltabiliriz.
............
Çoligdeki Kürd kökenli bu insanlar nasıl oldu da ırkçı-şoven ve kafatasçı fikirleri savunur oldular. Neden? Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Hüseyin Velioğlu,Velik Küçük gibi katil ve kafatasçı insanlara nasıl aşık oldular?
Belirleyici faktör belki mevki, makam, para, şan, şöhret ve iktidar hırsı gibi gözükebilir. Ama,asıl neden Kürd ulusal davasının önünü kesmek,bu tetikçilerle halkı sindirmektir. Bir insanki düşünceleri,fikirleri eylemleri kendi soyunu red ve inkar ediyorsa, Çolig gibi homojen, tümü Kürd olan halkı için büyük bir garabettir.
Ülkücü, ırkçı ve kafa tasçı bu fikir adamlarıniı kökenlerine girsek,istisnasız tümü Kürd, Çerkez, Boşnak, Ermeni veya belki Arnavut çıkabilirler ve öyledirde. Türklükle belki uzaktan yakından alakları yoktur. Türkiyedeki Türkçü ve Irkçı aydınların çoğu Kafkas göçmenleridir.
Çoligde geçmiste ülkücü ve kontr-gerillacı bazi portreler hakkındaki yaptığım araştırmaları size aktarmaya çalışacağım.
Ülkücüler:
Cezayir BAYSAL,
Kürd direnişçisi Yado'nun torunudur. Babası Filit Baysal ile, aynı kurumda beraber çalıştım. Aile aslen Daraheni Zıkte kökenli olup, 1900'lu yılların başında Çolige yerleşmistir. Erzurumda Ziraat Fakültesinde okuyordu.
Erzurum Atatürk Üniversitesinde1977 yılında Kars/Sarıkamış Kürdlerinden Doç.Orhan Yavuz'un ülkücüler tarafından öldürülmesi sonucunda Cezayir yakalanıp sonrasında serbest bırakıldı. Mahkeme sürecinde olayın bir numaralı faili olarak açığa çıkınca,Avrupa'ya çıktı.
Halen Avusturya/Viyana da yaşamakta olup, ülkücü fikirleri savunup, savunmadığı hakkında bilgi sahibi değilim. Cezayir'in ülkücülerle ilişkisi ağırlıklı Hikmet Tekin üzerinden olduğu söylenmektedir.
Erzurumlu ülkücü yazar Yusuf Ziya Arpacık'in Hikmet Tekin üzerine yazdığı makalede bu konuya değinmiştir.
Aldığım bilgilere göre Çoligdeki kardeşleride günümüzde ülkücülerle ilişkisinin olmadığı yönündedir.
Dedeleri Yado ve nineleri Telli'nin şehid edildikleri yerin tesbitinin izini sürdüler. Yado'nun mezar yeri tesbit edilemedi. Ancak,Telli'nin şehid edildiği Daraheni/Ulyan köyü cıvarındaki yeri tesbit edilip, mezarını yapmşlardır, kendilerini bu duruşlarından dolayıda kutluyorum.
Yado'nun ailesi kendi mirasına, değerlerine geçte olsa sahiplenmesi çok sevindiricidir.
Hikmet TEKÎN,
Aslen Çolig'in Elekrag köyündendir. Mensup olduğu aşiret Şüküranlardır. Elekrag köyü mıntıka olarak Seykaran mıntıkasındadır. Babası meşhur Tehsildar (Quncilci) Eziz Dılan'dır. Eziz Dilan Türkçü fikirlerle çocuklarını yetiştirmiştir.
Oğlu Hikmet Tekin Ankara'da Hacettepede okurken aktif ülkücü olarak faaliyet yürütür. Mezun olduktan sonra Istanbul'da Atatürk öğrenci sitesinde 2.müdür olarak görev yapar. Verdiği aktif mücadele sonucunda yurdun ülkücülerin eline geçmesini sağlar.
Ülkücüler arasındaki ismi, keskin zeka ve pratiğiyle (Karayılan) olarak kabul görür. Türkeş'in keşf etiği Hikmet Tekin'i, Çolig'de çok genç yaşında bazı çelişkilerden yararlanarak Belediye başkanı yapmayı başardı. Hikmet Tekin Çoligi ülkücü yapmak için görevlendirildiğini her platformda söylüyordu.
Hikmet belediye'yi bir mevzi olarak kullandı. Çolig'de Kürd yurtseverlerine yönelip, onlarca Kürd onun döneminde şehid edildi. Kürd hareketleri bu aktif militanı daha reisliğinin ilk yılını doldurmadan önce ağır yaralayıp,çok kısa bir süre geçmedende kardeşi,annesi ile beraber Çolig-Daraheni yolunda öldürdüler. Bu olaydan sonra ülkücülük yapan bazi devşirme Çoliglilerde şehiri terk etiler.
Hikmet'in abisi emekli Albay Saim Tekin Çolig'de sonraki yıllarda MHP mebus adayı oldu. Saim Tekin uzun sürede MHP parti meclis üyesiydi. Saim Tekin halen 21.yüzyıl Türkiye enstitütüsünde (Askeri alanda) bilimsel danışman olarak görev yapmaktadır.
Aynı kurumda Çolig'in eski Valisi Îsmet Metin'de strateji uzmanı olarak çalışmaktadır. Îsmet Metin'i Çoligliler iyi bilirler, 1980 darbesinin valilerinden olan ve rüştünü ,meşe ağaçlarından dolayı Keçi ve yerel giysilerimizden olan küllah ve şalvar düşmanlığı yaparak kendini ıspatlamaya çalışıyordu.
Polis ve askerleri çarşıya salarak Küllah ve fes toplatan koyu Kemalist biriydi. Îsmet Metin Kürd giysi düşmanlığıyla Çoligde ismi hafızalarda hala unutulmamıştır. Saim Tekin ile Îsmet Metin günümüzde aynı kulvarda Türkçü ve ülkücülük yapmaktadırlar.
Muhittin OLCAY (RÎNGO)
Aslen Çolig/dareyeni Zıkte aşiretinin Vazenan köyünün (Dere-Hemedun) mezrasındandır. Babasının adı Îzzet olup, fakir bir ailenin çocuğuydu. Daha genç yaştayken yakışıklı ve atletik vucudundan dolayı Cüneyt Arkına'a özenerek artist olmak için Istanbul'a Yeşilçama gider. Ispanyol paçalı pantolon ve yoldan dik duruşu ve heybetli yürüyüşüyle tanınırdı. Ringo A-politik ve eğitimsiz bir gençti.
Istanbul'da bulunduğu sürede yolu Hikmet Tekin'le kesişir ve ülkücü fikirlerin militanı olur. Hikmet Tekin'le beraberliğini Erzurumlu yazar Yusuf Ziya Arpacık övünerek makalesinde anlatır.
Ringo 1980 öncesi olaylarda başta TÖB-DER olmak üzere Alevi ve Kürd yurtseverlerinin ev ve işyerlerine saldırıda ön saflardaydı. 19 mayıs 1979 yılında Genç caddesi Halk bankası kavşağında PKK'nın silahlı saldırısına uğrayarak öldürüldü.
Ringo nun yanında Yakup isminde yine Zikteli bir gençte yaralandı. Ringo'nun,köyünden çok değerli Kürd yurtseverlerinin çıktığını biliyormuydunuz? Meşhur Vazenanlı ( Em Heyd) bu köydendir. Yakın dönemde aile Becerikli soyadını almıştır.
Aileden Kürd şehidleri ve Çolig DTP de bir dönem il başkanlığı yapan kişiler çıkmıştır. Zaten Zikte aşireti Şeyh Said hareketinde sonra Peçar tenkil hareketiyle adetta cografyasıyla soykırıma uğrar. Zikte Kürd tarihinde büyük bedeler ödemiştir.
Ringo, Kürd direniççisi şehid Îbrahim Încedursun'un dayısının oğludur. Îbrahim 1980 öncesi Türkiye 67 kiloda Türkiye boks şampiyonasında Köksal Özoğluöz karşısında hakettiği altın madalya hileyle kendisine verilmez.
Îbrahim 4-1 yenik sayılır. Juri üyeleri kendisine gümüş madalya'yı verirler. Îbrahim bu haksızılğa tepki göstererek, Juri başkanı Şefik Tevfik'in boynuna gümüş madalya'yı asarak, boksörlügü bırakır. Bir dönem yurtdışına çıkarak Ingiltere ve Norveç'te kalır.
Kürd aydın,siyasileriyle ilişkileri sonucunda düşünceleri değişerek Kürd ulusal davası uğruna mücadele eder. 1990'lı yılların başında HEP genel sekreter yardımcılığı ve Çolig milletvekili adayı oldu. KUM (Kürdistan Ulusal meclis) ülke faliyetleri ve en son 1994 yılında Dareheni/Murtezan mıntıkasında şehadete ulaşır.
Ibrahim'in şehadetini Hürriyet gazetesi 1994 Haziran fotosuyla bilinçli olarak yayınladılar. Devlet ailesine tıpkı Yado,Şeyh Said ve diğer Kürd direnişçileri gibi cenazesini vermez.
Ringo'nun aile, akraba ve yakın çevresi hakkında bu bilgileri derledim.
FEYZÎ BERDÎBEK;
Çolig'in 1980 öncesi atletik ve renkli ülkücülerindendi. Aslen Azıj aşiretine mensup, Wusfan köyündendir. Ülkücü fikirlerleyine Hikmet Tekin'in etkisiyle buluşur. Hikmet Tekin Belediye reisi seçildiğinde, çok yakın akrabası olan H.Yusuf Berdibek belediyenin önünde bir inek keserek kurban eder.
Feyzi nin yakın akrabalarından Kürd davasında çok değerli insanlar da vardır. Kürd dili (Zazaca), kültürü ve edebiyatı üzerine çalışmalar yapan,yakınlarını tanıyorum. En önemlisi Çoligin meşhur sanatçısı Rençber Eziz'le (Deza) aynı kabiledendirler. Feyzi 12 Eylül 1980 yılında MHP davasından Elazığ askeri cezaevinde yattı. Bende o dönemlerde Kürd davasından yargılanıyordum. Feyzi'yi bizimle ilgili bir duruşmaya tutuklu getirdiler.
Çok iyi hatırlıyorum, askeri mahkemeye çok sert bir çıkış yaparak yaşadığı işkenceleri anlattı. Mahkeme heyeti kendisini susturdu. Cezaevinden çıktıktan sonra Ülkücülere mesafeli durdu. Ülkücü (eski) kimliginden aldığı güç ve referansla Jandarma Alay komutanlığı ile iyi ilişkiler geliştirdi. Çoligdeki karakoların yapımını adeta tek başına üstlendi. Ihalesiz ve indirimsiz komutanlarla ortaklaşa yaptığı bu işlerden büyük servet edindi.
Tutuklanan Kürdlerin bırakılmasında zaman zaman rol oynadığı söyleniyordu. JÎTEM ile de iyi ilişkileri vardı. Selhattin Çelik'in (Kontrgerilla) kitabında da adı JÎTEMCÎ olarak geçti. Sonraki yıllarda Çillerin DYP sinde il başkanı oldu. Bir ara Çiller'i bir meleke benzeterek ona methiyeler düzerek gözüne girmeyi çalıştı. Ama ciddiye alınmayarak DYP Il başkanlığı görevinden derdest edildi. Sonrasında AKP ye yönelerek oradan mebus oldu.
Tayyip Erdoğan rahatsızlanıp, makam aracıyla hastahaneye götürülürken açılımayan kapısı balyozla camları kırılarak, açıldı. Feyzi bu balyozu satın alarak meclisteki odasına asarak reklamını yapmaya çalıştı. Tamda bu dönemde tele-kulak seks skandalarına takılınca Emine Erdoğan'ın gazabına uğrayarak bir daha aday edilmedi. Edindiğim bilgiler halen AKP çevresinde dolandığıdır
YALÇIN ÖZBEY
Aslen Kığı Hergep köyündendir. Öğrencilik ve gençlik yıları Malatya'da geçmistir. Ağca,Oral Çelik ve diğer önemli ülkücülerle Malatya'dan yolları kesişir. M.Ali Ağca'ya Abdi İpekçi cinayetinde yardım yataklık ettiği tesbit edilir. Ardından Ağca’nın Kartal Cezaevi’nden kaçırılmasında kullanılan arabanın sahibi olduğu tesbit edilir. Ağca ile Yapı Kredi Bankası Gebze Şubesi’nde ortak hesapları bulunan Ülkücü Yalçın Özbey 1978 yılında yurtdışına kaçar.
Papa cinayetindede Ağca'ya yardım etmiştir. PKK'nin önemli komutanlarından Hüseyin Özbey'in (Harun) amcası oğludur. Hüseyin Özbey'de eski ülkücülerdendir. Sonradan PKK saflarına katılarak uzun süre Awrupa sahasında kadro olarak çalışmiıştır. Hüseyin 1997 yılında Batman-Sason ilçesinde şehadete ulaşır. Şehadeti üzerine şaibeler olduğu söylenmektedir.
JÎTEM;ERGENEKON VE KONTRGERÎLLACILAR
ALPARSLAN ARSLAN (AVUKAT)
Alparsan Arslan aslen Çolig/Kığı ilçesinin Naçaklı (Avirtinik) köyündendir. Babası Idris eğtimci,annesi Porsor (Kürdçe-Kızıl saçlı) ev hanımıdır. Alparslan Arslan babasının görevi nedeniyle gençlik yıllarında Elazığ ve çevresinde okur. Alparslan'in babası Idris hoca kendisi ülkücü fikirleri savunan biridir.
Gazetelere vermiş olduğu bir demeçte (Yeşil) Mahmut Yıldırım'la arkadaş oldukları ve Elazığ Imam Hatip Lisesinde beraber okuduğunu söyler. En son 1997 yilinda Elazığ'da görüştüğünü söyler.
Alparslan Arsalan daha çocuk yaştayken babası Idris hoca tarafından karanlık güçler içinde büyütüldüğünü görebiliyoruz. Bu ilişkilerin sonucunda Istanbul Marmara üniversitesinde okurken ülkücü çevre içinde aktif görev alır.
Avukat olduktan sonra Ergenekonun beyin takımı Veli Küçük,Muzaffer Tekin tarafından Danıştay saldırısında tetikçi olarak kullanıldı. Halen tutuklu olup yargı süreci devam etmektedir.
MEHMET YAZICIOĞLU,
Aslen Çolig'in Solhan ilçesinden olup eğtimcidir. Mahmut Yıldırım (Yeşil) den daha çok JITEM ve ordu içinde güçlü olduğunu Çolig'de bilmeyen yoktur. Ahmet Cem Erseverin itiraflar kitabında Mehmet Yazıcıoğlundan detaylı bahs eder.
Muş Jandarma Alay Komutanlığında arama sonucunda 10 civarında gerilla yakalnır. Soruşturma devam edereken Mehmet Yazıcıoğlu ve ekibi (kontrgerilla) Jandarmadan 10 gerillayı teslim alır, Muş civarında infaz eder. Bu konuda dava açılır,Muş Barosu avukatlarından Varto'lu Selhattin Kaya bu davaya müdahil olur. Bu davala ilgili bilgileri Cem Erseverin itiraflar kitabında yazılıdır.
Yazıcıoğlu yıllarca Solhan'da hiç ögretmenlik yapmadan maaş almıştır. Jandarma ve askeri ihalelerini indirimsiz alarak kısa sürede zengin oldu. Solhan girişindeki petrol istasyonu ve dinlenme tesisleri,edindiği servetle yapmıştır.
1998 yılında PKK gerillaları bu tesisleri basarak Yazıcıoğlunun oğlu ve kardeşini öldürürler. Yazıcıoğlu Çolige geldiğinde yanında 3,4 silahlı korumasıyla hep gelirdi.
Yeşil ismi illegale karışmış fiziki olarak ortada görünmeyen biriyken,Yazıcıoğlu halen elini kolunu salayarak yaşamını sürdüren biridir. Mehmet Yazıcıoğlu bir dönemde Çolig'de DYP'den ikinci sıradan Milletvekili adayı oldu.
MAHMUT YILDIRIM (YEŞÎL)
Mahmut Yıldırim aslen Solhan ilçesinin ( dıjnık ) köyünden olup, Solaxi aşiretine mensuptur. Yeşil Elazığ Imam Hatip lisesinde bitirdi. Elazığ'da ülkücü çevre içinde siyaset yapar. Ülkücü fikirlerden JÎTEM'e terfi ederek Kurdistanda binlerce faili meçhulün sorumlusudur. Yeşil'in Solhanda kendisine yakın bir ekibide vardır.
Mehmet Yazıcıoğlu başta olmak üzere ilçede Ayhan Adar ve Sıddık Tuncç gibi tetikçilerlede yillarca ilişkisi herkesçe bilinir. Bu güruh çok kısa sürede haraç,ve ihaleler sonucunda servet sahibi oldular.
Tetikçilik ve JITEM faaliyetleri adetta Kurdistanda bir rant sektörüdür.Mahmut Yıldırımın biyografisini geçen yıl çok uzun yazdığım için detaylarına girmiyeceğim. Kamuoyu zaten yakinen biliyor.
Sonuç olarak, ülkücü Hizbul-kontra,Jitem,ergenekon içinde bulunan Çoliglilerin siyasi gelenekleri MHP-Ülkücü ağırlıklıdır. Kendi kimliğini,ırkını red ve inkar eden,Türküm diyen Kürdün kişiliginde bir sorun vardır. Bu gurupların sistem rejimle bir sorunları yoktur.
Bilakis bunlar sistem icinde palazlanmış, finanse edilerek Kürd yurtsever, aydın ve kurumlarına karşı kullanılmışlardır.
Orhan Zuexpayıj

10 Şubat 2017 Cuma

HATA YAPTIK!

PKK de devlet ile birlikte ta basindan beri ortak hareket eden üst yapi var.. HDP nin vekilleri sadece birer figüran ayni zamanda sifir irade sahibidirler..
Üst irade ne yapiyor?
Diyorki bu konsepte uygun hareket edeceksin..Ben ne dersem o olacak, senin tek görevin var bunu icra etmektir..
Hendek meseleside böyleydi..Basta Ahmet Türk olmak üzere Demirtas ve hatta bazi vekiller buna karsiydi...Üst yapi karar verdi hendekleri kazip ve savasacaksiniz..Cünkü böyle olmasi gerekiyor..
Amac neydi?
Mevcut kalan ulusal dinamikleride bitirmekti cünkü Botanda ulusal dinamikler hem güclü hemde milliyetci ve ulusalci cogunluk vardi ve dügmeye basildi..
Sonra ne oldu?
Basta Demirtas olmak üzere Ahmet Türk dahil bircok vekil hendekleri savunmak zorunda kaldilar...
Akil var mantik var..
Birincisi :
Yerelde eger sen halkin % 70 sini ayaklandiramazsan nasil özgürlestireceksin?
Yani sen savas karari aldiginda bu halkta silahlanip sana katilmasi lazim..Koydunuz her kasabada hendeklerin icine 300-400 genci kazanmayacaginizi bildiginiz halde o gencleri katlettirdiniz..
Devlet ne yapti ?
300 silahli kisinin karsisina en az 5000 asker dikti..Halk ayaklanmadi ve o 400 genc devletin ucaklari ve tanklariyla katledildiler...
Peki o savasin kazanilmasi mümkünmüydü?
Hayir..
Cünkü düsmanin ucagina karsi ucaksavarin yoktu..
Tankina karsi tansavar silahinda yoktu...
5 bin askerine karsi ise silahli en az 5 bin savascin olacak..
O da yoktu..
Yani gücler esit olacak ki savasasin..

Ikincisi :
O halkin ekmegini ve diger gereksinimlerini yani ihtiyaclarini karsilayacaksinki sana katilsin...Halk bunu gördügü ve bildigi icin katilmadi..
1991 de newroz olaylarini yasamis halki zaten yalniz birakip cekilmistiniz..Devlette gelip katliam yapmisti...Halkimiz bu gercegi bildigi icin size kirmizi kart gösterdi... Cünkü o halki kac yildir zaten sen yönetiyordun..
Varmiydi böyle bir imkan?
Yani koskoca 200 binlik Cizreyi sen doyuracaksinki savasa inansin ve yaninda olsun..Bu güc ve imkanlardanda yoksunsunuz..
Ücüncüsü:
Ele gecirdigin sehrin halkla birlikte savunacaksin.. O sehirden cikardigin düsmani bir daha oraya sokmayacaksin...
Varmiydi böyle bir güc ?
Yoktu..
Dördüncüsü:
Bunu uluslararasi arenaya tasiyacak diplomasiniz varmiydi, yani BM ve Küresel gücleri ikna edecek politikaci ve kadrolar?
Buda yoktu...
Rojavada ve Güney Kürdistanda bu söylediklerim imkan ve kosullarin hepsi vardir..Ele gecirdigi sehri ve topraklarini savunabiliyorlar...
Ucagina ,tankina ve topuna karsi silahlari var...
Halk savascinin yaninda...
Diplomasi rojavada pek bilmem ama güney Kürdistanda vardir..Rojavada ise aksakta olsa gücleri oldugu icin yürüyor..
Peki yazik degilmi o halka..?
Üst akilin isbirlikci politikalarina alet ettiler, hala bazi akilsizlar bu yanlislara arka cikiyor...
Ne oldu?
Kendileri olan bitenden sonra dedilerki, hendekleri kazmakla hata ettik..
Zaten ta basindan beri hatalar yapiyorsunuz..

6 Şubat 2017 Pazartesi

Şeytanın çocukları


Bu bir rivayettir..


Türkler, Farslar, ve Arap eğemenlerinin uydurma hadislerine bakılırsa Kürtler şeytanın çocuklarıdır..Onlara göre böyle bir millet yoktur.

Peki nasıl?
Rivayete göre Sultan Süleyman Şam da bir cami avlusunda abdest aldığı esnada hırkasını çıkarırken cebindeki mührünü düşürür..Bunu bir Kürt görür ve alır..Bu Kürt Şamda ev ev dolaşır elindeki mührü göstererek bütün evlere rahatlıkla girip çıkar..Bu giriş ve çıkışlardan sonra bin civarında kadın hamile kalır..
Sultan kaybettiği mührünün farkına varınca adamlarına mührü hemen bulmalarını emreder..
Sultanın adamları şehri alt üst ederler..Duyduklarına inanmak istemezler..
Şehir ahalisi Sultan Süleymanın evlerini ziyaret ettiğini sevinçle söylerler.
Sultanın bu ziyaretinden bin kadar kadın gönüllü olarak kendisi ile temasta bulunmuş ve hamile kaldıkları şayiası ile şehir çalkalanmaktadır..
Adamları ne kadar sultan böyle birşey yapmaz onun mührünü çalan kimse bu kötülüğü yapmıştır deselerde kimse onlara inanmaz..Hamile kalan kadınlar sultandan hamile kalmanın sevincini doyasıya yaşadıklarını ve durumlarından memnun olduklarını söylerler..
Bu durum üzerine adamları sultana haber verirler..
Sultanım biri sizin mührünüzü çalmış, girdiği her evde kadınlarımıza büyük kötülükler yapmıştır derler..
Sultana durum çok vahim ne yapmalım diye sorarlar.
Hatta bazıları bu kadınları toplayıp ortadan kaldıralım diye sultana tavsiyede bile bulunurlar..

Sultan;
Kadınların bir suçu yoktur. Onlar bin tane can taşıyorlar ve günahsızlar demiş...
Bunları toplayıp Cudi dağına sürgüne yollayın orada çocuklarını doğurup orada yaşasınlar, şehrimize girişleri bundan böyle yasaklansın diye emreder...
Çünkü bu insanlar kirlenmiş insanlar olarak doğuracaklar, doğan çocuklarıda günah işlemeye devam edecek ve zamanla çoğalacaklar..
Içimizde kalırlarsa bizde kirlenmiş bir millet olarak  anılırız..Bu nedenle onları toplumumuzdan uzak tutmalısınız...Ilerki zamanlarda da karşımıza büyük bir tehlike olarak çıkabilirler der..

Bu karar üzerine kadınları Cudiye sürgüne yollarlar..Bu kadınlar bin tane doğum yaparlar..Doğan çocuklar sonra birbirleriyle evlenerek  çoğalırlar ..

Türk,Fars ve Arap eğemenlere göre Kürtler bu kadınların çocuklarıdır..
Bu büyük hadiseden sonra Türk ,Fars ve Arap halkının nazarında Kürtler böyle tanınmaya başlar..

Bu hikayeyi şunun için yazdım...
Islam dini bu bezirganların elinde adeta sakız olmuş istedikleri gibi çiğniyorlar..Bu üç millet Kürtler söz konusu olduğunda kendi çıkarları gereği dini hikayeler uyarlayarak topluluklarına din adamları vasıtasıyla böyle kötü yakıştırmalar yapılarak anlatmışlar..
Kürtleri kötüleyerek Kürtler üzerinden hep kendilerini temize çıkarma gayreti içinde olmuş ve çıkarları nasıl gerektiriyorsa öyle hareket etmişlerdir..
Her üç millette islam dininin çok uzağında bir yaşam üzerine egemenliklerini inşa etmiş iktidarlarını toplumlarının üzerinden devam ettirmişler..
Dinı menfaat dinine çevirmiş ve yaşıyorlar..
Bu milletlerin hicbiri müslüman akidelerine göre yaşamamaktadır...
İslam dini bu bezirganlar tarafından din, Kürtlere kendi menfaatleri doğrultusunda iyi pazarlanmış bir meta olarak transfer edilmiş ve yaşatılmaktadır.

Sıkça kullanılan bir deyim vardır.
Araplar üretir,
Türkler pazarlar,
Farslar ise yayarlar.
En iyi alıcısıda maalesef biz Kürtler olmamıza rağmen şeytanın çocukları olmaktan bir türlü kurtulamadık..

4 Şubat 2017 Cumartesi

“TÜRKLEŞTİRME” BİTMEK ZORUNDA..



 BAHOZ SAVATA

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin oluşumunda devleti temel politikası olan “ulusçuluk veya Türkleştirme” şeklindeki “ülkede tek millet yaratma” projesi tesadüfen oluşmamıştır. 

Türkçülük düsturu (Kanun, kaide) önce Osmanlı Döneminde “Osmanlıcılık” sonrası özellikle Aptülhamit devrinde devlet katında sorgulanmış ve devletin bekası için politik üst akıl olarak uygulama safhasına geçilmişti. Osmanlı da ilk Türkçü aydınların çoğu 1870 sonrası Rusya`da doğan Pan-Slavcılık akımının yayılmacı milliyetçiliğinden etkilenen Osmanlı topraklarına uzak çevrelerdeki Kırım Tatarı, Azeri, Kazan Türk Müslüman aydınlarıydı. Osmanlı döneminde İslamcılık ile Türkçülük arasında bocalayan aydınlar bu dönem iç içeydiler. 
Bu aydınlar sonuçta Türkçülüğün ilk misalleri oldular. Zamane “ulus teorisinin” öncü teorisyenlerinden Fransız Ernest Renan’ın da öğrencisi olan ünlü modern İslamist aydın Cemalettin Afgani (“Afgani“ soy ismine rağmen aslen Hemadan’lı Kürt bir seyit ailedendir.), 1892 sonrası Padişah II. Abdülhamit’in gözde danışmanlarından biriydi. Padişah ile sohbetlerinin birinde Padişah II. Abdülhamit ona; “yaşanan zamanda Osmanlı topraklarının nasıl korunacağı” üzerine soru sorar. Cemalettin Afgani, padişaha bu konuda düşüncelerini sunar. Padişah II. Abdülhamit’in hatıratındaki aktarıma göre C. Afgani ona şunları anlatmıştır: “Ülkenin bütünlüğü korumanın yolunun zamane prensipleri ile olacağını, bu nedenle devletin önce kendi tebaasında İslam olanla diğer dinlerden olanlar arasında bir hudut çizmesi gerektiğini, sonra Türkleşmeye müsait olan İslam unsurlara Türkçe lisanının öğretilmesini gerektiğini” belirtir. Çünkü der; “Din inaklara dayalıdır. Farklı dini kimlikleri olan grupların Allahın emirlerine karşı gelemeyeceğini dikkate almak gerekir. Bu insanları dini kimliklerinden ancak zor ile vaaz geçebileceğini, bu nedenle ile bu sıkıntıları yaşamadan, onlardan bir şekilde kurtulmanın elzem olduğunu” özellikle belirtir. İkinci olarak, geriye kalan farklı etnik unsurlardan olan İslam toplulukların ise; “onlara Türkçe dili öğretilerek, birlik içinde kalmalarının sağlanacağını, çünkü dilin sonradan öğrenilmesinde dinen ve aklen hiç bir engelin olmadığını” ileri sürer. Cemalettin Afgani’nin Türk olmayan unsurları Türkçülüğe devşirmedeki bu fikri, Padişah II. Abdülhamit’in aklına çok yatmıştır. Bu fikir birliğini, Padişah II. Abdülhamit’in yine kendi hatıratında konuya dair yazdıklarında ve onun politik alanlardaki uygulamalarında görürüz. 

Padişah II. Aptülhamit uygulamalarda artık sonradan İstanbul’daki “Türk Ocağı ve Türk Yurdunu” kuran çoğu Rusya Türkü ilk Türkçü aydınlar ile içli dışlı olmuş bu konularda kendini geliştirmiştir. Hatta ilk Türkçü aydınlara yardım etmiştir. Nitekim Osmanlı topraklarında ilk Türkçe lisanlı asimilasyon mektepleri ve devlet kurumlarında Türkçe dili zorunluluğu, yerel isimlerin Türkçeleştirilmesi Padişah II. Abdülhamit’in döneminde başlamıştır. Aslında bu düşünsel Türkçülük oluşumun arkasında Balkanlarda gelişen milliyetçiliklerin ve farklı etnik unsurların son iki yüz yıl içinde Osmanlı İmparatorluğundan kopuşunun büyük bir tarihi birikimi vardır. Biraz bu tarihten notlar sunarsak konu anlaşılması bakımından zihinlerde daha da pekişir.18. yüzyılda başlayıp 1. Dünya Harbi’ne kadar devam ede gelen Osmanlı-Balkan Milletleri ve Osmanlı-Rus (Ermeni+Kafkas) savaşlarını bölge unsurları özellikle Müslüman ve Hıristiyan çatışması olarak algılar. Diğer yandan oluşan iç ve dış harpler, Osmanlı Devletinin toprak kayıpları ile son bulmuştur. Kaybedilen topraklarda yaşayan farklı dini kimlikli toplulukların göçleri eski merkez devlet; yani Osmanlı Devleti topraklarına olmuştur. 1771 yılında Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası ilk Kırım kaybedilir, Kırım’da yaşanan nüfusun Osmanlı yanlısı olan Tatar “Türk” Müslüman kesimi Rusların silahlı saldırısı nedeniyle topraklarını bırakarak, Osmanlı yönetimi altındaki bölgelere göç etmek durumunda kalır.  Bu olay Osmanlı İmparatorluğu’nun karşılaştığı ilk dış göç olgusudur.  1788-1792 Osmanlı - Rus - Avusturya Savaşları süresince ve sonrasında da, Osmanlı topraklarına Kırım, Kazan, Kafkasya ve Özi bölgelerinden kitleler halinde Müslümanların göçleri başlamış ve göç edenlerin sayısı dört yüz bin kişiye ulaşmıştır. 

 Balkanlarda “Ayan İsyanları” sonrası ilk milli hareket Sırpların (1804) Osmanlıdan kopuşu ile başlamıştır. Bu kopuşu Yunanlıların (1821 de ki) ayrılışı takip etmiştir. Bu bölgelerde yaşayan Müslüman nüfus yer değiştirmiştir. Fakat göçerler, Osmanlı denetimindeki Balkan topraklarında kalmışlardır. Müslüman coğrafyada ise ilk 1807 deki “İbni Suud Hareketi” Arap coğrafyasında milli uyanışa neden olmuştu. Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1820’de kendi devletini kurmuştur. Onun oğlu İbrahim Paşa’nın Nizip’te Osmanlı ordusunu yenmesi sonucu aynı dönem Mısır’ın başarısından ilham alan Kürdistan’da “Özerk Kürt Botan Hükümeti Beyi Bedirxan Paşa Ayaklanması” gelişmiştir. Fakat buralarda göçler oluşmadı. Tersine Bedirxan ailesi ve kabilesi Edirne-Keşan bölgesinde üç köye iskân edildi. Çünkü mevcut siyasal yapılar Müslüman’dı. Fakat milli kimlik kalkışmaları, ilk defa Türk olmayan Müslüman unsurlara da sirayet etmişti. Kafkasya bölgesinde 1854-1864 yıllarında Rus-Osmanlı Savaşları Müslüman Çerkezlerin büyük göçlerine neden olur. Bu olay sonunda bir milyonun üzerinde bir nüfus Osmanlı topraklarına yerleşir. Fakat tarihin gördüğü büyük bir soykırımı 19. yüzyılda ilk defa Müslüman Çerkez halkı yaşar. Bu durum tüm Müslümanların tepkisine neden olur. Osmanlı tebaası Hıristiyan unsurlara karşı dini karşıtlık yükselir. 1905 - 1908 Rus Devrimi’nden sonra ise Kafkasya, Kazan ve Azerbaycan’dan Müslüman göçleri başlamış, gelenler batıda Amasya ve Tokat illerine yerleştirilmişti. 

1912 - 1913 Balkan Savaşı sırasında yaklaşık 120.556 göçmenin Anadolu’ya geldiği tahmin edilmektedir.  Birinci Dünya Savaşına kadar Kafkasya’dan, Balkanlardan ve Ege adalarından Anadolu’ya gelen göçmenlerin sayısı bir milyonun üstündedir. 1920 yılındaki Sovyet Sosyalist Devriminden sonra ortadan kaldırılan Kafkas Cumhuriyeti’nden, Gürcistan’dan ve Ermenistan’dan 400 bine yakın Müslüman Kürt ve Türk Anadolu’ya göç ederek, batıda Manisa, İzmir, Fırat ve Dicle hattında Muş, Kars, Van ve Diyarbakır gibi genelde İç Anadolu illerine yerleştirilmişlerdi. Bu göç sırasında göçerlerin 100 bine yakını yollarda hastalık ve açlıktan telef olmuşlardı. Bölgede artan bir din düşmanlığı gelişmiş, aynı dönemde 1915 yılında Osmanlı topraklarında Ermenilerin iskânı ve kırımı başlamıştır. Cumhuriyet dönemine geçiş dönemine rastlayan en yoğun göç hareketi 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması ek hükümleri uyarınca Yunanistan ile gerçekleştirilen Müslüman-Hıristiyan (Yunan) halkları “Mübadele Antlaşması” ile yapılan mübadil değişimidir.  Bu değişim sonucu mübadele ile 1.200.000 Ortodoks Hıristiyan Rum Anadolu’dan Yunanistan'a, 500.000 Müslüman da Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştır. Mübadele kapsamına giren kişiler ile mübadele kapsamına girmeyen kişiler arasındaki ayrımın ana kıstası ırk ya da dil değil, din olarak belirlenmiştir. Bu nedenle Rum denilenlerin arasında, Türk Ortodoks Hıristiyan Gagavuzlar ve Karamanlı Ortodokslar, Yunanistan'dan gelen Müslümanların arasında da Türklerin yanında Drama, Kavala, Karacaova ve Kesriye'den gelen Bulgarca ve Makedonca konuşan Pomaklar, Rumence konuşan Ulahlar, Yunanca  (Romeika) konuşan Patriyotlar  ve kendi dilleriyle Arnavutça konuşanlar vardır.

Osmanlı Devletinden siyasal olarak Türkiye Devletine dönüşülürken aslında küçülen bir coğrafyada hemen hemen nüfusun yarısına yakın mülteci bir nüfus ile karşı karşıya kalınmıştır. Osmanlı Devleti “Pan–İslamist”, “Osmanlıcılık” ardından “Turancılık” siyasetleri ile toprak savunusu yaparak, “ulusçu/Türkçü” bir kimliğe dönüşen politik evrimi tedricen yaşamıştır. İslami düşmanlıklar ve Osmanlı karşıtlığı ile başlayan kopuş ve dağılmalarda Anadolu’ya gelen göçerler ekseri Rusya’da, Balkanlarda ve Kafkaslarda gelişen milliyetçiliklerden de etkilenmişlerdi. Bu bölge aydınları kendilerini Türkçülük ile buluşturan milliyetçi bir algı atmosferine sokmuştular. Nitekim bu aydınlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin oluşumunda M. Kemal Atatürk’ün yanında Türkçülüğün ana düşün kadroları olurlar. Kırımlı İsmail Gaspıralı, Azeri Hüseyin Zade Ali Turan, Tatar Yusuf Akçura, Azeri Ahmet Ağaoğlu, Kazanlı Sadri Maksudi (Arsal), ve Kazak Mustafa Çokayef (Çokay) vs. en önemli Anadolu dışından gelen Türkçü düşün kadrolarıdır.
Türkiye Cumhuriyetine geçiş döneminde; Batı Trakya, Musul ve Kerkük, Misak-ı Milli olarak görülen Halep, Kamışlı toprakları kaybedilince ve Lozan Antlaşması görüşmelerinde “Ermeni ve Kürt Meselesi” sorun olarak telakki edilince, itilaf devletleri ile anlaşma yoluna gidilmiştir. Yeni yapılan devlet anayasasında bu problemleri dikkate alan “Ulusçuluk/Türkçülük” toprak bütünlüğü için temel savunu düsturu olarak öne çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 1924 de bu durumu özetleyen bir cümleye de sahiptir. Orada; "Madde 88- Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese "Türk" denir." (1924 Anayasası'nın günümüz Türkçesine uyarlanmış halidir)

Nitekim bu temel “Türklük” düsturu altında T.C. Devleti ve Hükümetleri uygulamada tek ulus yaratma projesi olan bu anayasaya uygun davranan uygulamalara sahip olmuştur. T. C. Devleti ve Hükümetleri Osmanlı Döneminden devir aldığı asimilasyon (benzetmek) ve entegrasyon (bütünlemek) politikalarını hatta daha da geliştirmiştir.
Yeni Cumhuriyet yönetiminde uygulamada dışarıdan gelen mülteciler ile herhangi bir problem yaşanmaz, Türk olmayan fakat Müslüman olan azınlıklar hem asimile edilir, hem de sisteme entegre edilirler. Osmanlıda en fazla nüfuza sahip Araplar, T.C. Devletinden Osmanlı Devletinin parçalanması ile zaten kopmuştur. Hıristiyan unsurlar çeşitli biçimlerde lağvedilmiştir. Geriye Kürtler kalmıştır. Fakat Türk olmayan, en kalabalık nüfusa ve ısrarlı tarihsel yerleşime sahip yerel unsur olan Kürtlerin sisteme entegre edilmesinde siyasal ilişkiler çok sancılı geçer. Açıkçası Osmanlı Devleti Padişah II. Mahmut döneminden itibaren siyasal katılımda devlet idaresinin merkezileştirilmesi için yapılan vilayet düzenlemesi idari tedbirleri nedeniyle, Özerk Kürt Ocak Beyliklerinin tasfiyesi ile başlayan ve Türkleştirme politikaları ile süren Kürtler ile çatışmalı süreç cumhuriyet döneminde de kesintisiz yaşanmaya devam eder. İki yüz yıllık bir geçmişe rağmen devletin hükmü sağlanan Kürt illerinde devletin hâkimiyeti bir türlü kurulamaz. Diğer yandan Kürtlerin önemli bir kesimi Türk ulusçuluğunu benimsemez.

Bu durumda Türkologların devletin katında düstur olan Türkleştirme uygulamaları, artık işe yaramaz haldedir. Hatta Türkiye günümüz yöneticilerinin iddiası ile “devlet bu mesele nedeniyle bir beka sorunu ile yüz yüzedir!