Ali Kemal Yıldırım
Bu günlerde Prof. Dr. Emrah Safa Gürkan’ın moderatörlüğünü yaptığı, ‘’Teke Tek Bilim’’ adlı proğramında ‘’ İlk Osmanlılar: Ve Batı Anadolu Beylikleri Dünyası’’ adlı kitabın yazarı Prof. Dr. Feridun M. Emecen’i izleme fırsatı buldum. Yazdığı eserlerden ve Türk Tarih Kurumu’nun Osmanlı Tarihi hakkında kitap siparişi vermesinden, Prof. Emecen’in, bu alanda, şu anda Türkiye’de en yetkin kişi olarak kabul gördüğü anlaşılıyor. Kendisi, kibarlık ve tevazuh ile dikkatleri çekiyor.
Söz konusu söyleşide Emecen, Osmanlı tarihi ile ilgili ilk yazan kişinin Germiyan sahasından gelen Ahmedi [1]olduğunu belirttikten sonra, onun manzum türündeki eserinin ‘’Gaza’’ teorisine sahip ideolojik bir çerçeveye sahip olduğunu belirtti. Dolayısı ile 14. Yüz yılın sonlarında yazılmış olan Ahmedi’nin Dâsıtân-ı Tevârih-i Mülük-i Âl-i Osman adlı eserinin Osmanlı kurucularının Türklüğü gibi bir iddiaya sahip olmadığını anlıyoruz. Germiyan sahasından gelen ve muhtemelen Kürt olan Ahmedi, anlaşılır nedenlerle Türklük yerine, İslama vurgu yapmayı tercih edecektir.
Emecen’in belirttiği gibi, Osmanlı ailesinin Türklüğü hususunda ilk iddia Yazıcızade Ali’ye aittir. Selçuknâme” (Tevârîh-i Âl-i Selçuk, bazen Selçuknâme ya da Oğuznâme olarak da anılır), Yazıcızâde Ali tarafından, 15. yüzyılın ilk yarısında, yaklaşık 1430–1440 yılları arasında yazılmıştır. II. Murad'ın isteği üzerine yazılan bu kitabın en önemli kısımı, İbn Bîbî'nin Farsça _el-Evâmirü'l-Alâiyye fi'l-umûri'l-Alâiyye adlı eserinin Türkçe çevirisinden oluşur. Selçuklu Tarihi hakkında yazılmış olan İbni Bibi’ye ait kitaba Yazıcızâde Ali, Osmanlı hakkında bazı eklemeler yapmış ve hatta, anlaşıldığı kadarı ile, İbni Bibi’nin orijinal metninde de bazı değişiklikler yapmıştır.
Neşrî Târîhi'nde, Yazıcızade’nin, II.Murad devrinde Mısır’da Memlûk sultanlarının yanında Osmanlı elçisi olarak çalıştığı belirtilir. Memlüklüler’in yazı ve yönetim dili klasik Arapça’dır. Askeri elit içinde Kıpçak Türkçesinin egemen olduğu iddia edilir. Yazıcızade’nin esinlendiği kaynakları anlamak için bu arka planı anlamak önemlidir, zira Karamani Mehmet devrinde divanda ve dergahta resmi dil olarak Türkçe’nin kullanıldığı ile ilgili iddianın ondam çıktığı anlaşılıyor, çünkü o Türklüğe yatırım yapmaktadır. Yazıcızade Ali döneminde zirve yapmış olan Türkçe diline yatırım, onun 1451 yılında ölümü sonrasında, 1470-1480 yılları gibi bir zamanda, muhtemelen bu dilin imparatorluk ihtiyaçlarına cevap vermediği düşünülerek, son bulur. Türkçe yerine, parelel kullanıma sahip karma dil Osmanlıca’nın hakimiyeti kabul görür.
İbni Bibi, Selçuklu Tarihi hakkındaki kitabını Moğol işgali devrinde yazar ve bu nedenle Pervane, Karaman sultanı Mehmet ve Kalenderi dervişi Siyavuş hakkındaki görüşleri taraflı olup, Moğolları memnun etmeye yöneliktir.
‘’KAYI BOYU’’ TEZİ NEYİN İHTİYACI OLARAK GELİŞTİRİLDİ?
Osmanlı’nın soylu ‘’Kayı Boyu’’ kökenine sahip olduğu tezi Yazıcızade’ye aittir. Bu ‘’Kayı’’ ismi esasen İran’ın asil Keyanien kırallık sülalesinin ön ismi olan’’Kai’’ isminin Türkçe’ye uyarlanmasından başka bir şey değildir. Kayı tezinin bir masal olduğunu Halil İnalcık’da belirtir.
Osmanlı’nın Türklüğü ve Kayı Boyu’ndan olma iddiası daha sonra gelen Aşıkpaşazade (1400-1481), Velayeti, İdrisi Bitlisi v.b yazarlar tarafında sürdürülür. Aşıkpaşazade’nin damadı Velayeti, Kudüs’ten getirttiği, el-Wasti tarafından 14. Yüzyılın sonlarında yazılmış olan Ebul Wefa hakkındaki Menakibname’ye bir önsöz ekleyerek Edebali’nin bir Wefai müridi olduğunu iddia edecektir. Bu gelişmelerden, aynı dönemde, çok kişi tarafından Osmanlı’nın ideolojik tabanını güçlendirmek için koordine çaba içerisinde olunduğunu anlıyoruz. Aynı zamanda hem Osmanlı hanedanı ve hem de Ebul Wefa üzerinden Hz. Muhammed ile akrabalığa dek uzanan soy ilişkisi kurgusunun kişisel getirisi de bulunmaktadır. Önsözde yer alan iddialar Velayeti’nin kayınbabası, Osmanlı resmi tarihçisi Aşıkpaşazade’nin eserinde de tekrarlanınca bir resmi ‘’hakikat’’ inşa edilmiş olur. Halbuki Konu hakkında yazan Jonathan Brack ve Sara Nur Yıldız Edebali’nin bir Wefai sufisi olmadığını ikna edici verilerle açıklarlar. [2]
Osmanlı tarihçileri hususunda Köprülü, İdris’i Bitlisi’yi örnek verir:
İdris Bitlisi’nin Heşt-Behişt’inde, Osmanlı hânedânının ve bunların mahiyetindeki kabilenin Kayı’lardan olduğu tasrih olunur....................İdris’in eserinden sonra, Osmanlı kronikçileri arasında, bu Kayı an’anesi âdetâ resmi mahiyet almış.[3]
Kayı soyundan olunduğunun iddia edilmesinin nedeni hakkında şu satırları okuyoruz:
Bütün bu ameli menfaat düşüncelerinin üstünde, o esnada Osmanlı sarayında ve yüksek sınıflar arasında moda olan edebi ve fikri cereyanların te’siri ile, kendilerini böyle asîl bir kabileye mensub saydırmak… [4]
Köprülü’nün ifade ettiği ‘’o esnada Osmanlı sarayında ve yüksek sınıflar arasında moda olan edebi ve fikri cereyanlar’’ soyluluk bakımından Kayaniyen ailesini yücelten İran geleneğinden oluşmaktadır. Daha sonraları Köprülü bu görüşünden ricat ederek Anadolu Türklüğü’nün amentüsü haline getirilen Oğuz ve Kayı Boyu savunusuna geçer, zira işaret fişeğini ‘’Ulu Önder’’den almıştır:
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühümdür. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.[5]
Siyasetçinin yazara ne yazması gerektiğini dikte ettirmesinin anlamı hakkında okuyucu düşünsün.
TEMSİLDE YER VERİLMEYEN KÜRDE EDEBALİ ÜZERİNDEN EFSANE OLUŞTURULMASI
Ede’bali Tâcin el Kurdi’nin kızı ile evlendiği iddiası erken Osmanlı kroniklerinde geçmez. Osman Bey’de Edebali’nin kızı Malkhatun (Malhatun), dolayısı ile Tâcin el Kurdi’nin torunu ile evlendiği iddiası hakkında ChatGPT üzerinde yaptığım soruşturmada şu bilgilere ulaştım:
Edebali’nin Taceddin el-Kürdî’nin kızıyla evlendiği bilgisi ilk defa 17. yüzyıl civarında, muhtemelen Münirî Mehmed Efendi, Kâtip Çelebi veya Lütfi Paşa Tarihi’nin bazı geç nüshalarına dayanan tasavvuf silsilelerinde görülür.
Ancak tarihçiler arasında bu rivayeti ilk sistemli şekilde dile getiren kişi genellikle Bursalı Mehmed Tahir (19. yy) olarak kabul edilir. O, Osmanlı Müellifleri adlı eserinde bu rivayeti “bazı menakıbnamelere göre” diye aktarır.
Bu hikayenin yaygınlaşmasının nedeninin 19. Yüzyıla ait İttihat Teraki’nin bilinen icraatlarından biri olduğu anlaşılıyor. Yakın zamanda bu iddianın tekrar öne çıkarılmasındaki amaç; cumhuriyet’in kuruluşunda baş vurulmuyan Kürt ve Alevi rızalığının, sanki Osmanlı kuruluşunda varmış gibi yeni Osmanlıcılığa uygun bir algı oluşturmaktır. Çok sayıda Kürd’ün de ortak edildiği bu algı oluşumununun doğru olmadığı ortaya çıktı: Prof. İ.H. Uzunçarşılı’nın yayınladığı Orhan Bey’e ait 1324 tarihli Vakıf belgesi (waqfiyya) Malkhatun’un Ömer Beg’in kızı olduğuna tanıklık eder. Hakan Erdem, Bu konuyu, 09/03/2019 tarihli Karar gazetesindeki köşesinde ‘’Şeyh Edebali Orhan Bey’in dedesi değildi’’ başlığı ile işleyecekti.
OSMANLI TÜRKLÜĞÜNÜ NEDEN SONRADAN KEŞF ETTİ?
Osmanlı kurucuları, nerede se 150 sene gibi bir zaman Türk olduklarından bahsetmiyorlarsa bunun şöyle bir anlamı olmalıdır: ya Osmanlı hanedanları Türk olduklarını bilmiyorlar, ya da biliyorlarsa da bunu gizlemektedirler. Ancak çok muteber bir kökene sahiplerse niye gizlesinler? Osmanlı sarayının sonradan Türklüğe yatırım yapması, muteber görülmeyen aidiyetin Türklük olmadığını gösteriyor. Osmanlı’nın kurulduğu devirde insanlar kendilerini mensubu oldukları Oğuz, Kıpçak, Karluk v.s gibi boylara göre tasnif ediyorlardı. İlk kez Orta Asya havalisinde Oğuz v.b boylar ile karşılaşan Araplar böylelerine kendi dillerinde "Etrak" diyorlar. Bu sözcük anlam itibari ile Türklüğü fade etmek için kullanılmış olsa da, boylar, kendilerini kendi isimleri ile anarlar. ‘’Türk’’ isminin, bu topluluklara, dışarıdan verildiği (exonym) anlaşılıyor. Koreli gezginci Huei-ch’ao 5. Yüzyılda Hunlular ile T’u-Chúeh (Türkler) arasında baş gösteren savaşlardan bahseder.[6] ‘‘Türk Devletleri Tarihi’’nin yazarı Ahmet Demir, bunu T’u-küe olarak telaffuz eder. Bu şekilde yazılmasının nedenini de Çincede ‘’r ‘’ harfinin bulunmaması ile açıklar.[7]
Selçuklu döneminde de Denizli ve havalisine "Turquia" ismi dışarıdan, Latinler tarafından verilir. Bu durum, tarihi düşman olarak bilinçlere yerleşmiş olan ‘’İran’’ ismini anmaktan daha hayırlı bir şey olarak düşünülmüş olamaz mı? Aradan bir asırdan fazla zaman geçtikten sonra Osmanlı sarayı neden Türk olmayı akıl etti? ‘’Chucher, 1369 yılından itibaren batı tarafından Osmanlı için Turchia/Turquia isimlerinin kullanıldığı bilgisini verir.’’[8] Yani Osmanlı daha kendisine Türk demeden başkaları bunlara bir isim vermiş bulunmaktadır.
Osmanlı açısından sorulacak en makul soru, çevrede daha köklü kimlikler var iken, bunların neden Türklüğe yatırım yaptığını sorgulamak olmalıdır. Aslında ‘’Kayı’’ iddiası, aynı zamanda bir İranilik iddiasıdır, ancak, anlaşılan, bir kapsam genişlemesine maruz kalmıştır. Osmanlı’ya soylu bir kök oluşturmak amaçlı seçimde, Timur’un oğlu Şahruh 2. Murad’ı küçümsemesi ve çevredeki beyliklerin öteden beri Osmanlı’yı aşağılanmalarına muhatap olmanın payı bulunmaktadır. Osmanlı’nın başka adları seçmemesinde şu ihtimaller üzerinde düşünülebilir:
1) Bizans diyemezdi. Onun sahipleri vardı; üstelik bu güç ile bir rekabet, daha ötesi savaş hali mevcuttu.
2 Arap diyemezdi, Hristiyan ülkesinde tepki toplar. Toparlayıcı olamaz. Üstelik yenilmiş bir unsur.
3) Fars diyemezdi. Hem Rum Selçuklu'nun dağılması zaten İrani unsurun yenilgisi ve hem de Latin ve Bizans unsuru tarafından, İran'la tarihi düşmanlık nedeniyle, cazip karşılanan bir durum değil. Moğollar İran’I düzleyerek gelmiş; Rum-Selçukluda İrani kökenden olanları tasfiye etmiş. Öyle olunca Moğollar bu durumu hiç Kabul edemezdi.
4) Geriye kalan Moğol alternatifi: Moğollar Memlüklülere yenilmiş ve yıpranmış bir güç. Kanlı mirası nedeniyle cazip değil. Kaldıki Osmanlı Moğollar'dan farklı olarak yerleşik hayata geçmeyi tercih ediyor ve kültürel etkileşime, dolayısı ile kültürel asimilasyona açık. İçerdeki Rum, Kürt, Fars, Arap gibi diğer unsurlar Moğolluk’dan haz etmemektedir.
Görünen o ki, bütün bu alternatifler değerlendirildikten sonra, daha kapsayıcı olacağı düşünülerek ‘’Kayı Boyu’’ mensubu Oğuz olunmaya karar veriliyor. Burada hem İran ve hem de Asyatik unsurları memnun etmek de istenmiş olabilir. Buna ragmen, daha sonraki tarihlerde, Osmanlı’nın hanedanlık ailesinin Türklüğü red eden ve hatta küçümseyen ifadelerine de tarihte çokça rastlanabilir. Osmanlı sülalesi öyle bir yerden gelmeli ki, soylulukta ve savaşçılıkta kendisini suçlayan rakiplerinden aşağı olmasın ve bu sayede diğer beylikler üzerinde hakimiyetine meşrulaştırıcı bir gerekçe yaratsın. İşte o zaman İrani Şahlık sülalesinin "Kai" ön isminden hareketle "Kayi Boyu" diye bir boy icat edilir. ‘’Kayi Boyu’’ adından daha önceleri bahseden yok. Bu boy Osmanlı ailesi ile ilgili bir iddia, tebaa önemli değildir.
Öyle ise Osmanlılar kim? Osmanlı tebaası ekseri çoğunluk ile Rum, Kürt, Ermeni, Gürcü, Arap, Harzemli, Fars v.b yerli halk mensuplarından oluşuyor. Bu yerli tebaaya Türk ve Moğol katılımı esas olarak 1071 sonrası sürecin ürünü. Tabii bir de ‘’Türkmen’’ olarak adlandırılan çok etnisiteli gruplar da var. Ancak Selçuklu’nun Fars kökenli veziri Nizam I Mülk’ün tasvirine göre ‘’Türkmenlik’’ zaten göçebe hayat tarzını ifade ediyor olup, çeşitli farklı kavimleri kapsayan bir kavram. Elbette göçebenin ne camisi ve ne de 5 vakit namazı olur. Bu da işin başka bir boyutu…
RUM-SELÇUKLU DEVRİNDE ANTİ MOĞOL İTTİFAKI VE KÜRTLER
Kösedağı savaşı (1243) sonrası Moğollar Rum Selçuklu devletini vassalı haline getirir. 1246 yılında Saadettin Köpek’in kışkırtması ve II. Giyasettin Keyhüsrev’in emriyle İrani kökenli olan Sahib Şemseddin al-İsfahani’nin öldürülür.
1256 yılında Moğol Baycu’ya karşı Rum komutan Paleologus önderliğinde annesi Rum İzzettin Keykavus’un da dahil olduğu yerli güçler ittifakı (Rum, Kürt, Fars ve Arap ) Moğollar’a karşı Aksaray önlerinde ciddi bir yenilgi yaşar. İttifak ile ilişkili olan Ezidi Kürt lider Şerafeddin, Moğollar ile yapılan savaşta 1258 yılı civarında Erzincan’a bağlı Kemah önlerinde öldürülür.
15 Nisan 1277 tarihinde Elbistan’da yapılan savaşta Moğol güçleri Memlüklüler tarafından hezimete uğratılır. Sultanlardan daha fazla yetkiye sahip olan Rum-Selçuklu veziri Pervane Memlüklüler ile işbirliği yaptığı iddiası ile 2 Ağustos 1277 tarihinde Moğollar tarafından idam edilir. Pervane’nin idamı ile İraniler’in (dolayısı ile Kürtler’in) devlet ve bürokrasideki varlığı marijinallleşir. Bu durumu, Rum-Selçuklu tarihinde İraniler’in tasfiyesi ile gerçekleşen bir kırılma olarak okumak yanlış olmuyacaktır.
Kösedağı savaşı sonrası Moğollar Rum Selçuklu devletini vassalı haline getirmekle kalmamış; böl ve yönet politikası gereği çok sayıdaki beyliğin güçlenmesini de sağlamıştır. Bu bölgede Moğol desteğinden yararlanıp diğer beylikler ile ilişkilerde yararlanılan beyliklerden biri de Çobanoğullarıdır. Kastamonu çevresinde oluşan Çobanoğulları Beyliği, 1211-1309 yılları arasında hüküm sürer. Osmanlı tarihi, hakkında yazan çok sayıdaki tarihçi Osmanlı devletinin 14 yüzyılın ilk çeyreğinde kurulmuş olduğunu iddia ederler. Onlara göre 1299 tarihi hayalidir. 1309 yılında Çobanoğulları’nın son bulmuş olması onun yerine Osmanlı’nın geçmiş olmasını da açıklar, zira yaygın iddiaya göre Osman daha önce bu beyliğin hizmetindedir.

II. Theodore Lascaris (1221-1258) ile Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus (1238-1279) Moğollara karşı işbirliği yapınca bu iş birliğini engellemek için Osmanlı Beyliğine evrilen bir sürece Moğollar destek verirler. Yerlilerin ittifakı Moğolları hayli tedirgin etmiştir. Selçuklular’ın Bizans ile bağını koparmak için, bu bölgede o zamana dek Çobanoğulları idaresine tabi bir komutan olan Osman’ın (Othman) önü açılır. Böylece Osmanlı ailesinin yükselişi Moğol desteği sayesinde gerçekleşir. Moğollar, Bizans ile ittifak içinde olan İzzeddin Keykavus’a karşı, annesi Türk (belkide Moğol?) olan IV Rükneddin Kılıçarslan’a destek verirler. Osman’ın çoban başı olması komutan olması ile uyuşmazlık teşkil etmemektedir. O günler çoban başı olmak, bütün topluluklarda aynı şekilde aşağılayıcı (pejorative) olarak mı algılanıyordu? Muhtemelen değil…
OSMAN BEY KİMDİ?
Osman gerçekten kimdi? Osman Bey’in babasının kim olduğu hususunda erken Osmanlı tarihinde bir bilgi bulunmamaktadır.
Sultan II. Mehmet döneminde tarihçi Şükrullah, Osman’ın babası Ertuğrul’u göbekten Nuh’un torunu olarak sunacaktır. Osman’ın babasına Ertuğrul ismi yakıştırılır iken, kendisinin dedesine de Süleyman adı verilecektir, zira Süleyman Suriye’de savaşta ölmüş bir Selçuklu komutanıdir. Anlatıya göre Sultan Süleyman Merv yakınlarındaki Mahan’da doğmuştur. Oysa Evliya Çelebi, eseri “Seyahâtname”de, Hz. Nûh ve kavminin konuştuğu dilin Kürtçe olduğunu ifade eder.[9]
Tarihçiler Osman’ın kökeni hususunda hemfikir değiller. Onun Hicazlı bir Arap olduğunuİ İranlı, Bizans, Harzem olduğunu söylüyenler var; ancak çoğunluk Moğol olduğu görüşünde. Prof. Emecen Osman’ın Harzemli bir Oğuz Boyu mensubu olduğunu söylese de, bu durumu da doğrulayacak veriden yoksunuz. Rum-Selçuklu ve Eyyübü Eşref ittifakı karşısında Erzincan Yassıçimen’de ağır bir yenilgi almış Harzemliler’e, kurtlar sofrasında bu kadar geniş alan açılacağına ihtimal verilmiş olması mümkün görünmüyor. Harzemliler’in Oğuzluğu ve hele 24 boy mensubiyeti ise bir efsaneden müteşekkül. Oysa Prof Boswort 9 Oğuz kabilesinden bahseder.[10] Kaldıki bunlar da çoktan melezleşmiş olmalılardır. Bazı kaynaklar, örneğin 13. Yüzyılda yaşamış olan Ermeni tarihçisi Kirakos Gandzakets Selçuklular’ın İskitli olduğu iddiasında bulunur.[11] İskitliler (Sakalar), tarihçiler tarafından, İrani bir halk olarak görülür.
Aşıkpaşazade’nin belirttiğine göre, Karesi vilayetine (Balıkesir civarı) yerleşmiş olan Araplar'I, Orhan Bey Rum iline geçirmiş; Araplar uzunca bir süre Gelibolu’da oturmuşlardır. Osman’ın Arap olması; Orhan tarafından Araplar sürüldüğüne göre, ihtimal dahilinde olmayan bir durum. Orhan henüz çok güçlü olmadığı bir devirde akrabaları olsa onları neden sürsün? Geriye en güçlü ihtimal olarak Moğolluk ve Farslılık (İranlılık) kalıyor. Istanbul’un alınması sonrası Fatih’in hizmetine giren Yunanlı yazar Kritovoulus Osmanlı sülalesinin Ahameniş ve Farslılara dayandığını söyler.[12]
Kimi Kürt çevreleri ise utangaçça Osman’ın aslen Kürt olduğunu fısıldarlar. Bu konuda, dayanak olarak, Osman’ın gerçek isminin bazı kaynaklarda Atman olarak geçmesi gösterilir, zira Atman ismine sahip Kürt aşiretleri de bulunmaktadır. Bu durumu, geçmişten kendi ‘’kahraman’’ını yaratarak, mevcut ezikliği giderme amaçlı bir çeşit psikolojik refleks olarak da yorumluyabiliriz ‘’Athman sözcüğü orijin olarak Sanskitçe’den alınmadır. Ātman Brahmanizm’de, sonsuz yaşayan enerji olarak ‘birey ruhu’ anlamına gelir.’’ [13] Bu durumda Ātman pekala bir Hintli, Tacik, Fars, Afgan v.s de olabilir.
Stratejik bir alanda, Moğollar’ın dost görmediği kavimlerden birinin yükselmesine Moğollar neden izin versin? Bölgede Moğollar tarafından en fazla zulüme uğratılıp katliamlardan geçirilen toplululukların başında İsmaililer ve Kürtler gelir. Bu durum göz önüne alınırsa, soruya menfi cevap vermek imkansızlaşıyor. Kaldıki İsmaililer’in de önemli bir kesimi Kürt. Üstelik Rum, Kürt, Fars, Arap v.b yerlilerin ittifakına karşı, Marmara havzasında Moğollar’ın stratejik dost ihtiyacını karşılamak için Osman Bey’e yatırım yapılır. Moğollar ile iyi ilişkiler içerisinde olan Ermeni ve Gürcüler var iken, bir Kürde neden yatırım yapılsın?
OTOKRASİNİN MİLLİYETİ MESELESİ VE JEO POLİTİK
Kaldıki, bir Kürt otokratik bir devletin kuruluşunda yer almış olsa veya sadrazam olsa, bu devlet bir başka devlet mi olur? Neyseki Osmanlı’ Devleti’nde, Genç Osman (II. Osman) döneminde1622-1623 yılları arasında, sadece bir sene gibi bir zaman sadrazamlık yapmış olan Köse Mehmed Paşa dışında, herhangi bir Kürt sadrazam ile karşılaşmıyoruz. Moğollar Rum Selçuklular devrinde yaptıkları operasyon ile Kürt unsurunu siyasal olarak marijinalize etmişlerdir. Athman (Osman) Kürt kökenli olsaydı herhalde kendi kavmine önem verirdi? Vermemiş ise, Kürtler için Osman’ın öneminin sırrı nedir?
Burada meraka değer başka bir husus ise şudur: Yerlilerin ittifakına karşı Osman kartının öne çıkarılmasına Memlüklüler’in tavrı nasıl olmuştur? Memlüklüler Moğollar ile düşman. 1277 yılında Memlüklüler Elbistan ovasında Moğollar’I hezimete uğratırlar. Böyle olunca Moğollar’ın Osman üzerindeki etkisi de zayıflamış olmalı. Bütün Anadolu sathında yaygın varlığa sahip; asıl işi savaş olan Moğol güçleri, para verecek olan beylerin safına akın etmiş olmalıdırlar. Bu şartlarda Karaman ve Germiyan beylikleri arasında rekabetler yaşanmaktadır; Ceneviz, Venedik ve Latin varlığı bölgede aktiftir. Latinler aralarındaki din ayrımı nedeniyle Bizans’a düşmandırlar. Osman’ın safında savaşan Katalan askerlerinin varlığı göz önüne alınınca burada bir bit yeniğinin olduğu anlaşılıyor. 13. Yüzyıl sonlarında Latin politikasının; bir yandan Ortodoks düşmanlığı, diğer taraftan da kaos yerine, muhatap oluşturma üzerine kurulu olduğunu söylersek yanılmış olmayız.
Geçmişte 1240 yılında, yaklaşan Moğol tehlikesine karşı, Anadolu’yu güçlü tutma gereği Katalan askerlerin Babailer’e karşı mücadelede yer aldıklarını biliyoruz. Latinler Kösedağı savaşında, Kürtler’in de desteklediği Moğol karşıtı yerli ittifaka destek verirler. Osman’ın yükselişi ile ilgili bütün detaylarını bilmediğimiz bir durum söz konusudur. Ancak o zamanki jeo Politiğin Osman’a uygun fırsatlar sunduğu ortada. Yoksa sıradan bir çoban başılıktan (komutanlıktan) bir beyliğe nasıl yükselinebilinir? Bu Jeo Politik nedeniyle daha önceleri de, 1178 yılı öncesinden başlamak üzere, Alman kökenli Roma İmparatoru Fredrick Barbarosa ile Selçuklu Sultanı ilişki geliştirmiş ve Selçuklu topraklarından Haçlı ordularının geçişinin sağlanması için Alman asilzadesi Gottfried von Weisenbach Anadolu’ya gönderilmiş ve daha sonra onu başkaları izlemiştir. [14]


Jeo Politik yanında Osmanlı'yı yükselten diğer dinamikleri anlamak bugünkü siyaseti de anlamak için önemlidir. Şikari’nin verdiği bilgilerden Kahramanlılar ve Eretna saflarındaki Moğollar’ın katılımı ile Osmanlı’nın ordusundaki Moğol askeri gücünün arttığını anlıyoruz.[15] Bu katılım hikayesinde Moğollar’ı cezb eden neydi? Osman’ın kimliği, ordusundaki Moğol komutanların varlığı veya yağma? Hepsi de olabilir. Colin Heywood Osmanlı hanedanının Bizanslıların kuzey ve kuzeybatısındaki Moğollarla bir akrabalığı olduğunu ileri sürer.[16] Lindner İlhanlılar’a ait, Ghazan Han adına basılmış metal para (dirhem) üzerinde ‘’Söğüt’’ yazılı olduğundan ve Orhan döneminde İlhanlılar’ın Orhan’dan haraç beklediklerine ilişkin bir kanıttan hareketle; Osman’ın kariyerinin başlangıcında İlhanlı yörüngesinde olmasının tuhaf bir şey olmıyacağını ileri sürer. [17] Halil İnalcık’ın yazdığına göre, İlhanlı mali kayıtlarında, Orhan Bey dönemine dek Osmanlı Beyliği’nin bu devletin sınır eyaleti olarak yer aldığı yer alır.[18]
SONUÇ
Prof. Emecen Osmanlı Sultanları’nın kendi Türk köklerini unutmadıklarını iddia eder. Halbuki İran ve özellikle de Rum-Selçuklu sultanlarının pratiği onların erken devirlerde köklerini unuttuklarını gösteriyor. Rum-Selçuklu sultanı I. Alaeddin’in Keykubat’ın; İzzettin ve Ruknettin adlı oğullarının annesi Kürt Eyyübü ailesindendir. İbni Bibi’nin eserinde, bugünkü Ukrayna topraklarında Sogdian bölgesine çıkan Rum-Selçuklu komutanı, Kıpçaklar’dan ‘’Küfar I Etrak’’ diyerek bahseder. Bu ifade tarzı, Rum-Selçuklu devletinin kendisini Türk olarak görmediğine delalet eder.
Petrushevsky; Prof. Emecen’ın iddiasının tersine, Selçuklular’ın İran’da İslam’a geçerek kendi Oğuz geçmişini unuttuklarını; buna karşılık Moğollar’ın aşamalı olarak geçmiş şamanist, Hrıstiyan ve Budist inançlarını terk etmelerine rağmen, hiç bir zaman tarihi köklerini unutmadıklarından bahseder.[19] Ancak;
Devletler gözden düşen kimlikler ile yola devam edemez; bunlar kendilerine yeni bir kimlik ve hikâye yaratma ihtiyacı duyarlar. Devletlerin isim değişikliği, birazda günümüzde başka bir yüzle müşterilerinin karşısına çıkmak isteyen şirketlere benzer.[20]
Osmanlı ismi yerine, Türkiye Cumhuriyeti adının seçilmesinde böylesi bir imaj değişikliği ihtiyacının rolü yadsınamaz. Son Osmanlı padişahına göre, ilk Cumhurbaşkanı M. Kemal’in ‘’Tek Adam’’ olması, bu yeni imajın gölgesinde kalacak ve pek önemsenmiyecektir.
Sonuç olarak, 15. yüzyılın ortalarında imparatorluk yolunda ilerliyen bir devlet ve onun yöneticileri üstünlüklerini kanıtlıyacak bir hikayeye ihtiyaç duyarlar. Diğer kimlikler yıpranmış ve aralarındaki husumet nedeniyle, geniş bir desteğe uygun değildirler. O zamana dek rağbet görmeyen, ancak Selçuklular döneminde çok zaman kendilerini desteklemiş olan Latinlerin kullandığı "Türk" ismi bu şartlarda avantajlı görülerek bir tercih haline gelir. Türk diline gelince, onun gelişiminde Moğol siyasal ve dilsel katkısı bir kaldıraç rolü görür. Ancak birileri ‘bu devlet bir Fars devletidir’ deseydi, Moğol işgali sonrası yeni dinamiklerin harekete geçtiği bir bölgede, bu Farsça bugün bildiğimiz Farsça olabilir miydi? Arap işgali döneminde Farsça yüzde kırk oranında Arapça kelimeler ile dolduğuna göre, bu soruya menfi cevap vermek imkansızlaşıyor. Özbekçe, Kırgızca, Türkmence v.b diğer Türki dilleri anlama oranımız bu konuda bir gösterge olabilir. Demek ki, bugünkü Türkçe, diğer komşu dillerdeki etkileşim ile epey farklılaşmış; hem Türkçe ve hem de Türk çok değişmiş…
Osman’ın etnik mensubiyeti ne olursa olsun, Moğol katkısı olmadan böylesi bir beyliğin başarılı olması imkansızdır. Osman’ın başka bir etnisiteye sahip olması, Osmanlyı Osmanlı olmaktan çıkarmaz. Osmanlı’nın başındaki kişinin etnik mensubiyetinin Türk olup olmaması bu imparatorluğun otokratik karekterinde bir değişime neden olmaz. Bazı yazarlar için Akkoyunlu Sultanı bir Med kralıdır. Demek ki, Uzun Hasan’ın Türk kökenli olması onun Med kralı olmasına engel olmamış. Aynı şey Mısır ve Süriye’de hükümdar olan Eyyübüler için de geçerlidir. Öyle ise, neticeye bakmak daha
Kaynak: OSMANLI’NIN, KURULUŞUNDAN EN AZ BİR ASIR SONRA, TÜRKLÜĞÜNÜ KEŞF EDİŞİNİN SIRRI - Ali Kemal Yıldırım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder