Çırê Musyon

20 Nisan 2020 Pazartesi

Kürdistan’da Roma-İran Savaşları


14 Ağustos 2008 KurdistanTime Büyük Roma İmparatorluğu, 395′te Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu diye ikiye ayrılmış, Doğu Roma, bir süre sonra başkenti Bizans’tan dolayı Bizans İmparatorluğu adını almıştı. Büyük Roma’nın dünya üzerindeki misyonu daha çok Bizans’ın elinde kalmış ve doğu politikası gereği Bizans, Roma’nın Kürt coğrafyasında M.S. 20′li yıllardan başlayarak etkin olan yapısını korumaya çalışmıştı. Konumu itibariyle Doğu ve Batı arasında bir köprü görevi gören ve aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki savaşların da yegane coğrafyası olan Kürdistan, önce Makedonyalılar ile Persler ardından Roma ile Partlar ve Bizans ile Sasaniler arasındaki mücadelelere sahne olmuştu.
Roma’nın M.Ö 60′lı yıllarda başlayan ilk Kürdistan seferleri Licinius Crassus’un Partlara karşı yenilmesi ve ardından Harran’da M.Ö 53′te öldürülmesi ile yavaşlamışsa da Kürdistan’ın Fırat’ın batısında kalan kısımları M.S. 90′lı yıllara kadar Romalıların hakimiyetinde kalmış ve nehir Partlar ile Romalılar arasında sınır görevi görmüştü. Roma tahtına 98 yılında Trainus’un geçmesi üzerine başlatılan seferler başarılı olmuş ve Kuzey Kürdistan’ın büyük bir bölümü ile o zamanların Asur ve Mezopotamya toprakları Roma’ya geçmişti. Bu süreçte Partların zayıflaması Roma egemenliğinde Kürtleri güçlendirirken Ermeniler ile çatışmalı bir dönem geçiren Kürtler, Kuzey Kürdistan’ın doğu egemenliğini Ermenilere kaptırmıştı. İran’da Partların tarih sahnesinden çekilmeleri ve Arsakil ailesinden Ardeşir’in 224′te ülke yönetimine el koyması üzerine 651 yılına kadar sürecek olan Sasani saltanatı başlamış böylece Batı’ya karşı Doğu’nun koruyucusu ünvanını bu saltanat almıştı. Nitekim I. Şahpur (241-272) döneminde bu sefer Güneybatı Kürdistan’da Romalılar yenilerek 251′de İmparator Valerianus ile 70.000 lejyoner esir düşmüştü. Bu savaş, Doğu adına gerçek bir zafer olarak ilan edilmişken Roma İmparatoru Diocletianus, 297 yılında tüm Kürdistan coğrafyasını geri almayı başarmış ve Kürt yerleşim birimleri Amid’in başkentliğinde Roma’ya bağlanmıştı. Buradaki tahakkümüne uzun süre büyük özen gösteren Roma, 349′da Amid şehrinin etrafını surlarla çevirmişti. Fakat 359′da II. Şahpur’un Amid’e saldırması ve kenti ele geçirmesi üzerine savaşlar tekrar başlamış 367′ye kadar şehir yirmiye yakın kere el değiştirmiş ve en son Romalılarda kalmıştı.
Amid ve Kürt topraklarının Roma için önemi aşikardı ve İranî yönetimlerle başa çıkmak da Roma için iyice güçleşmişti. Bu durumda savaş yerine iyi bir politika izleme kararı alan Roma, I. Theodosius döneminde Sasaniler ile barış yapacaktı. Kürdistan coğrafyasını elden bırakmak istemeyen Roma böylelikle Kuzey Mezopotamya’nın kuzey kesimini kaplayan Ermeniyye (Günümüze Kuzey Kürdistan’ın kuzeyi, Azerbaycan ve Ermenistan) topraklarının neredeyse tümünü Sasanilere bırakarak İranlılar ile dostluk kurdu. Öyle ki Bizans’ın ilk imparatoru olan Arcadius (395-408) ölürken, varislerini Sasani Şehinşah’ı I. Yezdcerd’in (399-420) korumacılığına bırakacaktı. Bu durumda bölgede yükselen Yezdcerd sempatizanlığı, Sasanilerin dinsel hoşgörüsüyle ödüllendirilecekti. Böylece büyük bir kısmı Hıristiyanlaşmış olan Kürdistan coğrafyası Sasani yönetimine geçmek isteyecek ve Bizans’a karşı Şah’tan yana tavır alacaktı. Bu durum taht kavgaları için başlangıç olacak ve dinsel hoşgörüsü İranlı rahiplerin hoşuna gitmeyen I. Yezdcerd, rahiplerin önayak olduğu bir suikast ile öldürülecekti. Tahta geçen oğul V. Behram böylece dinsel zorbalıklara izin verecek ve Doğu Kürdistan gibi topraklarda yaşayan Hıristiyanlar baskı altında tutlacaktı. Kendisini Hıristiyanlığın korucusu ilan eden Bizans ise 421′de bunu sebep göstererek Sasanilere saldırdı ve bir yıl boyunca kıyasıya savaşlar sürdü. Kurdi halkının da Hıristiyanlık ve yerel inançlarına saygı gösterileceğinin belirtildiği ve 422′de imzalanan bir antlaşmayla İran, toprakları içerisindeki halklara dinsel serbestiyet getirerek savaşa son verdi. Böylece Kuzey Kürdistan’dan el çekmek durumunda kalan İran, saldırılarını Güney Kürdistan’a yönlendirdi. Bu yönlenme Kürdistan’da Hıristiyanlığın, Kürdistan’ın doğusunda ise Mecusilik ve Mazdeizmin yükselmesine sebep oldu. Sasanilerin başına geçen II. Yezdcerd (438-457) hakimiyeti altındaki topraklarda özellikle Ermenistan’da Mazdeizmin zorla benimsetilmesi yolunu seçince sorunlar tekrar başlamış oldu ve Bizans ile Sasaniler arasında savaş, kaçınılmaz hale geldi.
Karşılıklı sataşmalar yaklaşık yirmi yıl sonra büyük bir savaşın habercisi oldu ve İran şahı Kawad (Kubad), Botan üzerinden geçerek birçok Hıristiyan Kürt yerleşim birimini yakarak 480′de Amid kalesini kuşattı ve kalenin direnmesine rağmen Amid ve Diyarbekir yöresinin tümünü zaptetti. Şah’ın askerleri barış koşullarının yaratılmaya çalıştığı bir sırada kente büyük bir saldırı düzenleyerek girdiler ve insafı elden bırakarak kent halkından 80.000 kişiyi öldürdüler ve şehir yöneticilerini şehir surlarına astılar. Olayın Bizans’ta duyulması üzerine Bizans İmparatoru I. Anastasios, komutanı Arobinid’i 120 bin kişilik bir orduyla Amid’e gönderdi. Fakat bu ordu herhangi bir başarı sağlayamadan büyük kayıplarla geri döndü. Ancak Bizans, Kürdistan coğrafyasından vazgeçmek niyetinde olmadığını gösterecek ve yeni saldırılar düzenleyecekti. Bununla birlikte İran da saldırıya geçecek diğer Bizans kalelerini kısa süreli kuşatmalardan geçirecekti. Bu arada İran’ın müttefiki Hire Hükümdarı Munzir’in teşvkiyle İranlılar, kuzey Suriye ve Güneyatbatı Kürdistan’a saldırdılar. Munzir ise boşluktan istifade ederek Beliha ve Habura’yı ele geçirdi. Sonra da Erzen (Erzen-i Rum / Erzurum), Siirt ve Nisibis (Nusaybin) dolaylarına geçerek buraları yağmaladı. Bu duruma hazırlıksız yakalanan Bizans hiçbir şey yapamazken Munzir daha da ileri giderek, Apamea (Hama), Edessa (Ruha / Urfa) ve Antakya’yı yağmalayarak tahrip etti.

Bizans döneminde Anastasiopolis adıyla inşaa edilen kentin su kanalları
Ne var ki, Urfa 502 ve 503′te kuşatıldığı ve zarara uğratıldığı halde İranlıların eline geçmeyerek Bizanslıların yanında yer almayı bildi. Bizans bu bölgenin elden çıkmaya başlayacağını farkedince yüklü önlemler alması gerektiğini farketti ve 503 yılında Mardin’i tahkim ederek burada büyük bir kale inşaa etmeye başladı. Bu kalenin yapımında Amid’in elde çıkmış olması ve zor zamanlarda sığınabilecek bir kalenin olmayışı büyük etken iken aynı zamanda bölgede İran’a karşı Bizans’ın gücünü göstermek açısından önemliydi. Öyle ki kalenin Pers Kralı III. Darius’un M.Ö 330′da Büyük İskender’e yenilerek öldürüldüğü yer olan Dara tesadüf değildi. Bizanslıların büyük bir önemle inşaa ettikleri ve içini doldurdukları Anastasiopolis olarak bilinen kale, kısa bir sürede sonuç verdi Sasaniler 504′te Amid ve Bohtan dolaylarını bir antlaşmayla Bizanslılara bıraktı.
Justinianus (527-565) döneminde de Bizans ile Sasanilerin Kürdistan mücadelesi devam etti. Doğu Roma için bir tür devrim zamanı olan bu dönemde Justinianus, doğudaki statükonun korunması ve Batı’ya önem verilmesi gerektiğini düşünüyordu. Fakat daha sonraları İmparatoriçe Thedora’nın Kürdistan coğrafyasının doğuda İran ve Araplara karşı korunması gerektiği ile ilgili görüşlerinin ağırlık kazanması sonrası Justinianus, 527′de İran’a savaş ilan etti ve 532′deki barışa kadar şiddetli çarpışmalar sürdü. Fakat Sasani Hükümdarı bir müddet sonra I. Hüsrev Anuşirvan, yapılan barış antlaşmasının şartlarını kabul etmeyerek Bizans’la tekrar savaşmaya başladı. Bu savaşlar 561 yılında Justinianus’un yaptırdığı 50 yıllık bir barış antlaşmasına kadar sürdüyse de Sasanilerin savaş politikası bir türlü değişmedi. Nitekim 577′de Sasaniler bu anlaşmayı bozarak Erzmahan komutasındaki bir orduyu Dara, Tella, Telmisa, Rasulayn, Meyyafarkin (Silvan), Amid, Bohtan, Orhai (Urfa), Harran ve Persusia (Suruç) üzerine göndererek yağmaladılar. Böylece Sasaniler, Bizansa korkunç bir darbe indirmiş ve Martyropolis (Meyyafarkin / Silvan), Dara ve Urfa dolaylarını ele geçirmişlerdi. Bu kentler daha sonra Bizans İmparatoru Maurikios’un desteğiyle tahta geçen İran Şahı II. Hüsrev Perviz (591-628) tarafından hatır hoşluğu için Bizans’a geri verilmişti. Ama çok geçmeden 602 tarihinde İstanbul’da meydana gelen taht değişikliği Kürdistan’ın statüsünü bir kez daha değiştirdi. Askeri bir ayaklanma ile tahta çıkan Fokasius (602-610), Maurikios’u idam ettirip Bizans’ta bir dehşet rejimi kurmuştu. II. Hüsrev Pervis, Bizans’ın bu iç bozukluğundan yararlanarak Dara, Mayyafarikin, Amid, Bohtan ve Merda (Mardin) kentlerini zapt ile 607′de Edessa (Urfa)’yı aldı ve Fırat’ı geçti. Urfa gibi alınması kolay olmayan bir kalenin düşmesi El Cezire emirlerinden İyad Bin Kubaysa Et-Tai’nin Sasaniler yanında yer alarak bir Bizans ordusunu Satidama (Raman Dağı) dolaylarında püskürtmeyi başarması Bizans’ın ergeç buralardan uzaklaştırılacağı anlamına geliyordu.

503′te yapılmaya başlanan Dara Kalesi’nin kalıntıları
Hazreti Muhammed’in peygamberliğini ilan ettiği 610′da bu kez de bir Kürt emirliği olan ve İslam’ı kabul edene kadar bağımsızlıklarını sürdüren Bekrîler, İran’ı ağır bir yenilgiye uğratmayı başardı. Zukar denilen yerde İran Şahı Hüsrev Perviz’in yenilmesi İran adına elbette düşündürücü olmalıydı. Fakat aynı şekilde Bizans’da önce Samsat’ta ardından Kuzey Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinde Kürt beyliklerince yenilgiye uğratıldı. Botîlerin İran güçlerine Fanak’ta yaptıkları saldırı ise bölgede İran denetimini iyice zayıflattı. İşte bu iki büyük gücün aralarındaki anlaşmazlıkları zora başvurarak çözümlemeye çalışmaları kendilerine değil de başkalarına yarayacaktı. Çünkü güneyden büyük bir Müslüman Arap gücü gelmekteydi. İranlılar 615′te Kudüs’ü, 617′de Mısır’ı ele geçirdikleri gibi Bizans’ın başkenti İstanbul’u da 609, 617, 619 ve 626 tarihlerinde kuşattılar. Tarihin çok enteresan bir cilvesi olarak İran’ın sonuçsuz kalan bu başarılarını çok geçmeden Bizans da yineleyecektir. Nitekim karşı taaruza geçen Bizans İmparatoru Heraklius, Ermeniyye’yi aldıktan sonra Musul yakınındaki Kürt şehri Ninova’ya geldi. Büyük Zap kıyısındaki İran komutanı Ruzbahan’ı şiddetli bir savaştan sonra yendi. Tehlikeyi sezen şah, başkent Ktesiphon’u terk ederek İran içlerine çekildi. Bizans makus talihini yenmişe benziyordu. İmparator Heraklius, Şırnak’ın Semanin köyünde tufan günlerinde Nuh gemisinin üzerinde durduğu Cudi Dağı’na muzaffer bir komutan olarak çıktı ve geminin durduğu yeri gördü. Tarihçiler onu Kürdistan’ın fatihi olarak gösterirken, Agaipios bu durumu “Dört ufuktan dünyanın üzerine güneş gibi doğdu” diye yazacak ve Sasaniler tarih sahnesinden çekilirken Kürdistan, bu sefer de Kürt beylikleri ile İslam orduları arasında sıkışıp kalacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder