Çırê Musyon

24 Temmuz 2021 Cumartesi

SAİD ELÇİ VE ARKADAŞLARININ KATLİ..


-10-
Önceki satırlarda Remazane İsa’nın iddialarını okuduk. Kanımca söylediklerinin doğruluğu tartışılır. Fakat onun söylediklerinde de resmi bir söylemin izlerini görüyoruz. Nedir bu izler? ‘Musul’da taksiciler grevde olduğu için Said Elçi Gılala’ya gönderilememiş! Derviş Akgül’e de aynı şeyler söyleniyor. Burada kim korunuyor? Esad Xoşewi, İsa Suwar ve Osman Qazi. Said Elçi adeta ihbar ediliyor ve Dr.Şıvan ile arkadaşları gelip O’nu götürmeleri için davet ediliyor. Bu sorumluların aklanabilmesi için böyle bir senaryo uyduruluyor. İki Said arasındaki sorunları bilenler olanlar olarak IKDP Zaxo sorumlularının daha sağduyulu ve sorumlu davranmaları gerekirdi. Ama ne yazık ki böyle yapılmıyor.
Ramazane İsan’nın dışında şimdiye kadar kimse ‘İsa Suwar’ın Şıvan’ın tüfeğini Soro’ya verdiğini söylemedi. Bu konunun başka sorularla araştırılması gerekirdi.
DR.ŞIVAN’IN OTORİTERLİĞİ
Bilindiği gibi Dr.Şıvan’ın metotlarını ve örgüt anlayışını beğenmediği için ayrılan veya tavır koyan sadece Reşo Zilan (Ahmet Kotan) değildir. Dr.Faik Savaş ve Hemreş Reşo da ayrılanlar arasındadır. Daha önce iseDr.Tarık Ziya Ekinci, Mehmet Ali Aslan, Dr.Naci Kutlay, Ahmet Aras da Dr.Şıvan’la çalışmaya yanaşmamışlardır. Dr.Tarık Ziya, Şıvan’ı ‘küçük burjuva maceracılığı’ ile suçlamıştır. (Ruşen Arslan, DDKO, S115)
Dr.Faik Savaş (Dr.Hişyar) ile Dr.Şıvan da anlaşamıyorlar. Nazmi Balkaş ajandasına bu konuda şu notları düşüyor: ‘11 Eylül:Zaxo’ya gittik. (Dr.Şıvan ve Hişyar ihtilafı), 1 Ekim:Ben ve Hişyar, Türkiye’ye gittik (İhtilaf için). Dr.Hişyar ile Şıvan arasında çıkan sorunlar nedeniyle Soro ve Dr.Savaş 1 Ekim 1970’da Türkiye’ye gidiyorlar, Musa Anter ile görüşüyorlar ve 16 Ekim’de de geri dönüyorlar. Bilindiği üzere Dr.Savaş da bir süre sonra Dr.Şıvan ve partisinden kopuyor.
Ziya Avcı’nın verdiği örneklerden anlaşıldığı kadarıyla Dr.Şıvan birisini örgütlemek isterse ona okuması için bir kitap gönderiyor önce ve ilişki bu kitap okumasıyla başlıyor. Nitekim Ziya Avcı’nın parti üyeliği de bu kitap okumadan sonra gerçekleşmiştir. Tabbi Veysi Zeydanlıoğlu gibi bu kitap okuma ritueliyle örgütlenemeyenler de vardır. Veysi Zeydanlıoğlu ısrarla kitabı gönderenle tanışıp, konuşmak ister.
Dr.Şıvan’ın partisi 22. Ağustos 1970’deki 2. Kongre dedikleri toplantıdan sonra su almaya başlamıştır. Partiden ayrılmalar başlamıştır.
Dr.Şıvan’ın silahlı mücadele kararı aldıktan sonra Diyarbekir’de Dr. Tarık Ziya Ekinci ve Dr.Naci Kutlay gibi kişileri ‘mücadele başladıktan sonra onların rahat rahat oturmayacakları’ şeklinde tehdit ettiği öne sürülmektedir.
Dr.Kırmızıtoprak görüşlerine karşı çıkılmasından hoşlanmamaktadır. Parti kurma fikri ve toplantılara sunulanlar hep onun fikirleridir. Düşüncelerine katkıda bulunulması sözkonusu değildir. Şakir Epözdemir, Hüseyin Sağnıç’a atfen ‘Dr.Şıvan’ın örgütsel çalışmaya inanmadığını’ öne sürmektedir. Dr.Kırmızıtoprak’ın örgüt üyeleriyle ilişkisi çok serttir.’Smit Wesson’ silahlardan birisinin Hüseyin sağnıç tarafından değiştirilip yerine eski bir silahın konmasının anlaşılmasından sonra, Reşo Zilan’ın anlattıklarına göre Sağnıç saatlerce Doktor’dan azar işitmiştir.
Ziya Avcı’nın verdiği örnek de dikkat çekicidir.
Dr.Şıvan’ın katıldığı Van Bölge Komite toplantısında, kendisi (Z.Avcı) ve Dılşer’in Şıvan’dan ‘nasihat etmesini istedikleri arkadaşlarına’ Doktor’un şunları söylediğini aktarmaktadır:’ Evet toplantı günü geldi. Akşamleyin biz biraz geç vakit Dr.Şıvan’ı aldık ve şehir dışına çıktık. Van Çimento fabrikası yakınlarında ovada oturduk. Dr. Şıvan başlangıçta sadece dinleyiciydi. Üçümüz de Van bölgesinde yapılan çalışmaları ve ilişki kurabileceğimiz kişileri konuşarak toplantımızı normal bir şekilde yaptık. Toplantı bittikten sonra Dr. Şıvan genel olarak örgütsel çalışmalar üstünde durup bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra yüzünü o arkadaşa çevirdi ve şöyle dedi: Bu vatanın toprağı üstünde oturan kim olursa olsun, bu sayede yiyip içiyor, çalışmaya mecburdur. Bunu yapmayan kişinin bu ülkede işi kalmaz, en iyisi odur ki bu ülkeyi terketmelidir.’ (S.58)
Kampta Ahmet Aras’a karşı takınılan olumsuz tavır da Dr.Şıvan’ın otoriterliğinin bir başka örneğidir.
Ahmet Aras’a duyulan alerji ve kızgınlık da onun sorgulayıcılığı ile açıklanabilir.
Ahmet Aras’a daha önce Ankara’da Dr.Şıvan tarafından Kızılay’da birileriyle görüşüp toplantıya gelmesi için randevu veriliyor. Parti merkez komitesine alınacağı söyleniyorsa da bu buluşma gerçekleşmiyor. Ahmet Aras 1960’lı yıllarda DAnt dergisi, daha öncesinde Fırat-Dicle dergilerinde yazıları yayınlanan sosyalist bir Kürt olarak tanınmaktadır. 1965’te yazılarından dolayı hapse girmiştir.Yine o yıllarda Kürd dengbejleri, özellikle de Evdale Zeynıke üzerine uzun soluklu araştırmalar yapmış, Dr.İsmail Beşikçi’nin Kürdistan gezilerinde de yardımcı olan, sorgulayıcı bir Kürd şahisyetidir. Öyle bir hafta içinde üye olacak kadar toy değildir.Ziya Avcı kitabının 75 ve 76. Sayfalarında sudan gerekçelerle Ahmet Aras ve Muhterem Biçimli hakkında eleştirilerde bulunmaktadır. Bu ‘eleştiriler’i ben Ahmet Aras’ın sorgulayıcılığına, Muhterem Biçimli’nin inatçı ve dik başlılığına , ayrıca Said Elçi’yi tanıyor olmasına yordum.
Ahmet Zeki Okçuoğlu da Ahmet Aras’ı eleştirmektedir!
Azad (Okçuoğlu)’a göre Ahmet Aras (Baran), ‘sivri dilli, ani çıkışlar yapan’ biridir:’Bir gün Dışeş kampında Dr.Şıvan’ın konuşması sonrasında Doktor’u küçümseyen karşı çıkışta bulunur. Bunun üzerine Dr.Şıvan , A.Aras’ı azarlayan, ‘haddini bildiren’ bir karşılık verir!’ (Dr.Şıvan,S.173)
DAKTİLO ODASINDAKİ SIR!
Sait Elçi ve Mıhemede Bege’nin Qumri’deki atış poligonunda öldürülerek dikkat çekilmemeye çalışıldığı yönünde iddialar mevcuttur.
Elçi ve arkadaşlarının öldürülmesini takip eden günlerde-belki 4-5 gün sonra-kampta bir yoğunluk olduğu söylenmektedir. İddialara göre kampta iki gün süren bir parti konferansı yapılmış, bu konferansta çeşitli konularda, Dr.Şıvan’ın çerçevesini çizdiği şekilde görüşler dile getirilmiştir.
Bunun yanısıra Ahmet Zeki Okçuoğlu ve Çeko’nun bulunduğu daktilo odasında ayrıca demir dolaplar bulunmaktadır. Bu dolaplarda da yazışmalar, matbuat, üye bilgileri vs. Bulunmaktadır. Bunun yanısıra bu odada bir şömine borusunun geçtiği yeri andıran bir yer vardır. Burada bir çuval vardır. Çuvalın içinde ise ceket vs. bulunmaktadır. Bu ceketlerin öldürülen Said Elçi,Mıhemede Bege ve Abdüllatif Savaş’a ait olduğuna dair kamp içinde söylentiler dolaşmaya başlayınca bir gün yemek sırasında Dr.Şıvan kamp mevcuduna yönelik şöyle bir konuşma yapar:’Bu oda bizim sır odamızdır. Oraya işi olmayanlar gitmesin.Giden olursa ondan şüpheleniriz.’
Said Elçi ve arkadaşlarının öldürülmesi nedeniyle Dr.Şıvan ve arkadaşları tarafından verilen ifadeler, yazılan mektuplar sözkonusu. Bunları Nazmi Balkaş da görüyor ve okuyor. Balkaş İdris Barzani ile rahat görüşebiliyor. Fakat nedense İdris Barzani, Mela Barzani ile görüşmesine izin vermiyor. Nazmi Balkaş bu konuda kısa günlüklerine şu notu düşmüş: ‘18 Mayıs:İdris ile görüştüm, yalnız yazıları okumama müsade verildi. Mezarları kabul etmedi. Barzani talebi red edildi.’
SAİD ELÇİ’NİN KATLİNİN TÜRK GAZETELERİNE YANSIMASI:
16 AĞUSTOS 1971 TERCÜMAN
Tercüman gazetesi 16 Ağustos’ta şunları yazmaktadır:
‘Sıkıyönetimin aradığı beş kişiyi Irak’ta Molla Barzani kurşuna dizdirtmiş. Diyarbakır ve Siirt illeri Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından aranılan Sait Elçin, Ömer Çetin, Mahmut Okurman, Muhterem Biçimli ve Abdülkelam Ceylan’ın Irak’a geçtikleri orada molla Barzani tarafından kurşuna dizilerek öldürüldükleri ileriye sürülmektedir. (...) Öğrenildiğine göre Molla Mustafa Barzani bir süre sonra bu Beş azılı Kürtçünün hareketlerinde uygunsuzluk görmş ve kurşuna dizilerek öldürülmelerine karar vermiştir. Bu dört kişi Doğu’da Kürtçülük akımını uyandırma çabaları sebebi ile uzun süreden beri aranmaktadırlar. Sıkıyönetim Komutanlığı bu dört kişi hakkında gıyabi tutuklama kararı almış ve isimlerini arananların ait listelerde yayınlatmıştı.’
16 Ağustos 1971 tarihli Hürriyet gazetesinde haber aynı şekilde tekrarlanmakta ama haberin sonuna eklediği ‘KIZLTOPRAK’IN EMRİ İLE’ devam eden bölümde Tercüman’dan farklı olarak şunları ileri sürmektedir:
‘Irak’a kaçtıkları anlaşılan beş sanığın kurşuna dizildiği dün öğrenilmiştir. İyi haber alan kaynaklara göre aranan beş kişi Barzani kuvvetleri ile anlaşmazlığa düşmüşler ve Barzani yönetim kadrosundan Doktor Sait Kırmızıtoprak’ın emri ile kurşuna dizilmişlerdir.’
17 AĞUSTOS 1971 TARİHLİ TERCÜMAN: 5 ANARŞİSTİ BİR DOKTOR İHBAR ETMİŞ
Said Elçi ve arkadaşlarının katledilmeleri Ağustos 1971’de Türkiye’deki gazetelere yansıyor.
17 Ağustos 1971 tarihli Tercüman gazetesinde yazılanları özetliyorum:
‘Kurşuna dizilen beş kişinin Diyarbakır’da bulunan yakınları ‘Vatana ihanetin sonu budur. Biz de töhmetten kurtulduk’ demişlerdir.
Barzani tarafından kurşuna dizildikleri söylenen Diyarbakır’da serbest muhasebecilik yapan Sait Elçi ile İstanbul Hukuk Fakültesi’nden tard edilen DDKO Şubesi Başkanı Ömer Çetin, Silvan Şubesi Başkanı Mahmut Okutucu ve aynı Ocak mensuplarından Muhterem Biçimli ile Abdülkerim Ceylan’ın bir süre önce Türkiye’de güvenlik kuvvetleri tarafından aranmakta oldukları açıklanmıştır. Gelen haberlere göre bu beş kişi sıkıyönetimin ilanından sonra, Kuzey Irak’a geçmişler ve kendileri gibi bir süre önce Türkiye’den kaçan Doktor Sait Kırmızıtoprak’ın evinde misafir olmuşlardır.
1968 yılına kadara Yunak ilçesinde hükümet tabibliği yapan Sait Kızıltoprak, dolaşan söylentilere göre Diyarbakırlı arkadaşlarının kendi topraklarına sığındığını Barzani’ye bildirmiş, Barzani de kurşuna dizilmelerini emretmiştir. Kendileri gibi komünist olan Sait Kırmızıtoprak’ın çabaları bir sonuç vermemiş ve bir manga asker Türkiye’den kaçan beş kişiyi öldürmüştür. (..)Barzani tarafından kurşuna dizildikleri öne sürülen beş kişinin durumu ile ilgili olarak Dışişleri Bakanı Osman Olcay, şimdilik bu konuda kesin bir bilgi edinilmediğini ancak haberin doğru olduğu anlaşılırsa Irak nezdinde teşebbüse geçileceğini söylemiştir.’
Görüldüğü gibi haberde birçok yanlış bilgi sözkonusu vardır. Said Elçi ve adı verilen kişilerin Barzani tarafından kurşuna dizildikleri iddia edilmektedir. Sait Elçi’nin dışındakiler hayattadırlar. Barzani tarafından da kurşuna dizilmemişlerdir.
Ömer Çetin’in ailesi bunun üzerine endişelenmiştir. Bu arada evleri de gözetim altına alınmıştır. Dıjwar (Lütfi Baksi) gelip aileye bunun doğru olmadığını Yusuf Azizoğlunu’nun ailesi üzerinden bildirene kadar bu ‘endişe’ devam etmiştir.
Haberde ayrıca ‘’beş kişinin bir manga Türk askeri tarafından öldürüldüğü’ de iddia edilmektedir.
Haberde verilen mesajda hem ‘Barzani’nin kurşuna diztirttiği’ mesajı veriliyor, öte yandan da ‘Bir manga Türk askerinin kurşuna dizdiği’ iddia ediliyor.
Haberde,Sait Elçi’nin diğer arkadaşları-Mıhemede bege ve Abdüllatif Savaş- sözkonusu edilmediği gibi, hayatta olan kişiler hayali olarak önce Barzani’ye sonra da ‘bir manga Türk askerine’ öldürtülmektedir.
İlginç olan şudur ki, Tercüman gazetesi de bir kısım ‘Şıvancı’nın iddia edip inandığı gibi, Said Elçi’nin Barzani tarafından kurşuna dizildiğini’ iddia etmektedir.
Aynı gazetenin 19 Ağustos tarihli nüshasında ise Dışişleri Bakanı ‘ Osman Olcay: Kurşuna dizilen 5 Türkten Irak Dışişlerinin haberi yok’ dediğini yazmaktadır:
‘Sıkıyönetim bildirisinden başka elimize resmi bir bilgi gelmemiştir.haber radyoda okunduğu gün tesadüfen Irak Dışişleri BakanıAnkara’ya beni ziyarete gelmişti. Durumu kendisine laf arasında naklettim. Kurşuna dizilme olayını hayretle karşıladı. Böyle bir şeyden haberi olmadığını söyledi. Aranılan beş şaki için ben daha fazla üstünde durmadım. Bu Barzani tarafından ortaya atılmış bir blöf de olabilir. Kimliklerini düşürüp başka adlarla yurda girmeye de kalkabilirler.’
BAZI KÜRD ŞAHSİYETLERİN GÖRÜŞLERİ:
DR.KUTLAY’IN GÖRÜŞLERİ
Dr.Kutlay Sait’ler öldürülüyor başlığı altında ise şunları anlatıyor:
‘ Yıl 1971. Diyarbakır’da askeriyenin büyük bir binasında tutukluyuz.. Bu arada Sait Kırmızıtoprak’ın Sait Elçi’yi öldürdüğü söylenmeye başladı. Biz de duyduk. Bir adet anlatımı bozuk ve kötü bir kağıda teksir edilmiş bir bildiri ulaştırdı gelenler. Solcu Kürtlerden Sait Kırmızıtoprak,i Canip Yıldırım, Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci ve bana küfür ediliyor, Kürt yurtseveri Sait Elçi’nin öldürülmesi kınanıyor ve bizlerin arzusu ile bunun gerçekelştirildiği yazılıyordu. Ancak MİT’in bu bildiriyi hazırladığı hemen sırıtıyordu. İçindeki bilgiler ev anlatım onları ele veriyordu. İmzalar, ‘Sait’in Bingöllü hemşehrileri’ ya da ‘Kürt yurtseverleri şeklindeydi. Bir iki de MİT ile sıkı ilişkileri olan molla bulmuşlardı. Melle Nuh, diye birisim aklımda kalmış bunlardan. 12 Eylül 1980 faşist cuntasından sonra Avrupa’ya kaçtığımda bu bildirilerden bir tanesini İsveç’te bir hemşerimde buldum. (Age S 101)’
Naci Kutlay, Dr.Şıvan’in ikinci adamı Soro lakaplı Nazmi Balkaş’ın kendisine 6 şubat 1994’te, Ankara’da Körfez Lokantası’nda Said Elçi’nin öldürülmesi konusunda şunları anlattığını aktarıyor:
‘Sait Kırmızıtoprak çok zeki ve akıllı ancak insanları tanımada yetersizdi. Herkese kolayca güveniyordu. SADİ Elçi’nin öldürülmesinde Iraklı Kürt yöneticilerin oyununa geldi. Özellikle de İsa Suwar’ın. Bu olaylara ilişkin en sağlıklı bilgileri ben biliyorum., birkaç kez yazamyı düşündüm, ama beceremedim. O dönemde Türkiye’ye gelip teslim olmadan önce elyazımla notlarım oldu. Bu notları ve bazı tarihsel dökümanları saklıyordum. Bunları tanıştığım memduh Selim Bey’den almıştım. Memduh Selim’in, basit ve kendilerine ait bir evleri vardı. Kitapları ve sakladığı belgeleri oradaydı, bana çok güveniyordu ve istediğin kitap ve belgeleri alabilirsin dedi bana, nasıl olsa benden sonra değerlendirirsin. Ben de onları aldım ve ayrıca başkalarından elde ettiğim kitaplar vardı. Sait’lerin öldürülmelerine ilişkin de çok şey vardı bu belgelerin arasında. Tümünü Necmettin Büyükkaya’ya verdim. Araya olaylar girdi ve ben Türkiye’ye döndüm, sonraları Necmettin Türkiye’de tutuklandı, kendisiyle görüştüm ve kendisine emanet ettiğim kitap ve belgeleri sordum. Suriye’de bir banka kasasında olduklarını söyledi. Hangi banka ve şehirolduğunu öğrenemedim.’ Age.S.201-202).
TİP ESKİ GENEL BAŞKANLARINDAN MEHMET ALİ ASLAN’IN YORUMLARI
TİP eski genel başkanlarından avukat Mehmet Ali Aslan taraf gazetesine gönderdiği düzeltme yazıları arasında yer alna bir yazısında Said Elçi’nin öldürülmesini ve sonrasını değerlendiriyor. Mehmet Alis Aslan’ın bu yazısı 7 Haziran 2013 tarihli. Aslan’ın tümünü aşağıya aldığım yazısı Taraf gazetesinde yayınlanmadı ancak kendi internet sitesinde yayınlandı:
‘İki Sait de arkadaşlarımdı. Her ikisi de 49’lar davasının sanıklarıydılar. Dr. Sait Kırmızıtoprak zeki, yetenekli fakat son derece hırslıydı. Sait Elçi ise dürüst,fedakar. Cesur bir insandı. Dr. Sait, Türk Solu geleneğinde yer almışken, Sait Elçi, Kürt Milliyetçi grubunun içindeydi. Bu nedenle birbirlerine sempatileri yoktu.
Dr. Sait 1968’lere doğru bir arayış içine girdi. Okuduğu kitaplar arasında (bir kısmı Fransızcaydı) ağırlıklı olarak Küba Devrimi ve Fidel Castro ile ilgili olanlar ağırlıktaydı. Dr. Sait bir Castro hayranı kesilmişti.
1968’de, aralarında Sait Elçi’nin de bulunduğu, Türkiye’deki KDP mensubu bir grup Kürt milliyetçisi Antalya’da tutuklandı. Isparta’da askerlik görevini yapan Dr.Sait onları ziyaret için bir çok kez Antalya’ya gidip onları ziyaret etti. Bu grupla aralarında bir dostluk ilişkisi gelişti. Bu, her iki Sait’in trajik sonunu hazırlayan olayların başlangıcı oldu.
Olayı anlamak için, Türkiye’deki Kürt Demokrat Partisi (KDP) yi iyi bilmek gerekiyor. T-KDP 1966 yılında Avukat Faik Bucak’ın girişimiyle kuruldu. (TKDP 1965 Temmuz auında Said Elçi, Derviş Akgül, Ömer Turhan,Şakir Epözdemir ve Şerafettin Elçi tarafından kuruldu. Merhum Faik Bucak 40 gün sonra partiye oldu ve başkanlığa getirildi. Y.K.)
1965 seçimlerinden önce, Kürt din hocalarını ve aydınlarını ziyaret ediyor, TİP’e katılmalarını ve TİP’in Doğu’daki örgütlenmesine yardımcı olmalarını sağlamaya çalışıyordum.
Bu arada Urfa’da Avukat Faik Bucak’ı da ziyaret ettim ve TİP’ten aday olması için iknaa çalıştım. TİP’e sempatisi vardı. Fakat TİP’in kazanabileceğine inanmıyordu. Bağımsız aday olacak ve kazanırsa TİP’e katılacaktı.
Bunun imkansızlığını belirttim. Milli Bakiye’ye göre TİP’ten seçilmesi ihtimali çok güçlüydü. İkna olmadı. 1965 seçimlerinde Faik Bucak bağımsız adayolarak TİP’ten fazla oy almasına rağmen seçilemedi. Daha az oy alan TİP adayı Behice Boran Meclise girdi.
Kürt Demokratik Partisi’nin Kuruluşu
Faik Bucak, sevdiğim ve saygı duyduğum değerli bir aydındı. Seçimden sonra benimle görüşmek istedi. Urfa’ya gittim. Birlikte illegal bir Kürt Partisi kurmak istiyordu.
Ben, “illegal hareketlerin halk kitleleriyle ilişki kurmakta zorlandığını ve bu nedenle etkili olamadıklarını, şimdiye kadar kurulan bütün legal ve illegal örgütlerin hepsinin içinde istihbarat elemanlarının bulunduğunu, Ahmet Muşlu olayında olduğu gibi, legal örgütlerde bunun büyük bir sorun yaratmadığını, fakat illegal örgütlerin yönlendirmeye ve provokasyona açık olduğunu” anlattım. Ayrıca “Sadece Kürtlerden oluşan örgütlerde, insanlar, Kürt kavramının içine hapsoluyor, bütün çalışmalar ve söylemler etnik sorunların dışına taşmıyor. Ekonomi, eğitim, sosyal haklar, dünyadaki gelişmeler gibi konularla kimse ilgilenmiyor ve bu da Kürt toplumunun izolasyonuna yol açıyor, toplumun gelişmesini engelliyor. Kürtlerin bulunmadığı Türk örgütlerinde de milliyetçi anlayışların etkinliği artıyor ve bu, iki halk arasında çatışma zeminini yaratıyor. Kürt ve Türk aydınlarının aynı örgütlerde bulunması, milliyetçi eğilimleri törpülüyor, ön yargıları yok ediyor. Bunların birbirlerinden öğrenecekleri çok şey var.” dedim.
Bu nedenle TİP’te yer almasını ve birlikte çalışmamızı önerdim. Hatta bir defasında, yine kendisinin arzusu üzerine Mehmet Emin Bozaslan ile birlikte Urfa’ya gittik. Fakat anlaşamadık.
Bir süre sonra KDP kuruldu. 1966 yılında Faik Bucak’ın öldürülmesinden sonra Genel Sekreterliğe Sait Elçi getirildi. (Genel Başkanlık yoktu) (Faik Bucak’a saygı göstermek için bu başkanlık kaldırıldı ve Sait Elçi parti sekreterliğine getirildi. Y.K.)
Sait Elçi dürüst, fedakar ve cesur bir insandı. Ama arkadaşları Parti’nin gelişememesini onun entelektüel yetersizliğine bağlıyorlardı. Bu nedenle de Parti’ye katılacak Kürt aydını arayışına girdiler. Feqi Hüseyin Sağnıç Erzurum’da bana geldi. “Halk kitlelerine ulaşmak ve onların örgütlenmesini sağlamak bakımından legal demokratik hareketin en etkili yöntem olduğunu” kendisine anlattım ve yukarıda yazılı sakıncaları da ekledim. Kendilerine katılamayacağımı söyledim. Sonuç olarak birbirimizi ikna edemeden ayrıldık.
Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın Kürdistan’a gidişi
KDP, bundan sonra Dr. Sait’e öneriyi götürdü. Sait hemen kabul etti.
Aralarındaki anlaşmaya göre, Sait Elçi Genel Sekreter olarak kalacak. Dr. Sait Politbüro üyesi olacak. Irak Kürdistanı’na gidip orada bir üs kuracaktı. Bu, Fidel Castro hayranı Dr. Sait’in aradığı bir fırsattı.
Dr. Sait bu anlaşmaya uygun olarak Kürdistan’a gitti.Gidişinden önce de eşi ve iki çocuğuyla birlikte Erzurum’da bana geldi. Durumu anlattı. Gittikten sonra benimle temas kurabilir miydi. O dönemde bazı istihbarat elemanlarının , özellikle Kürt gençlerini silahlı bir isyana teşvik için yoğun bir çaba içinde olduklarını, bunların arasında genç subayların da bulunduğunu duyuyorduk. Yirminci yüzyıl boyunca denenmiş ve her defasında Kürtlerin toplu kıyımına yol açmış provokatif bir yöntemin uygulanmaya konulmak istendiği görülüyordu. Kendisine bunları anlattım. Bu politikalara araç olmamasını söyledim. İkimizin bir gazete çıkaracak maddi imkanları ve deneyimi vardı. Birlikte böyle bir girişimde bulunmayı önerdim. Fakat o kararlıydı. Ona, benimle temas kurmamasını kesin bir dille söyledim. Bir daha da görüşemedik. Dr.Sait Kürdistan’a gitti. Kendisine ve arkadaşlarına Metina dağlarının arkasında bir köyde yer verildi. Mustafa Barzani’nin ve bölge komutanlarının Dr. Sait’in amaçlarından haberleri yoktu. Güç durumda kalmış bir grup Kürt gencine yardım etmek istemişlerdi.
Dr. Sait’in gidişinden sonra 12 Mart askeri darbesi oldu. Benim hakkımda da tutuklama kararı çıktı. Yurt dışına gitmek istiyordum. Acaba güneyden Kürdistan’a geçip, oradan da Avrupa’ya gidebilir miydim ? Bu arada dikkatimi bir şey çekti. Dr. Sait ve arkadaşları gayet rahat Türkiye’ye geliyorlar ve burada toplantılar yapıyorlardı. Bundan MİT’in haberdar olmaması mümkün değildi. Geliş gidişlere sınırdaki köylerin muhtarları yardım ediyorlardı. Bunlar da genellikle MİT’e yakınlardı. Dr. Sait’in MİT ile ilişkisinin olması imkansızdı. Sait, en azından bu konuda dürüsttü.
Anlaşılan istihbarat, hareketin olgunlaşıp eyleme dönüşmesini istiyor ve bunun için kolaylaştırıcı bir rol oynuyordu. Bunun üzerine başka bir yoldan Fransa’ya gittim. Birkaç ay sonra arkadaşlarımızdan Ahmet Aras’ın, Almanya’da Konstanz’a geldiğini bildirdiler. Ahmet’in de hakkında tutuklama kararı vardı. Güney’e kaçmış ve Dr. Sait’in yanına gitmiş, olaylara şahit olmuştu.
Konstanz’a gittim. Ahmet günlerce konuştu ve olayı ayrıntılarıyla anlattı.
Kısa bir süre sonra , KDP çevresinden Muhterem Biçimli ve Mele Mahmut, o dönemde Paris’te öğrenci olan, şimdiki Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan’a Beyrut’tan haber gönderdiler ve yardım istediler. Kendal, biri de bende bulunan 2 pasaportu alarak Beyrut’a gitti ve fotoğrafları değiştirilen bu pasaportlarla onları Paris’e getirdi. Bir haftadan fazla benim evimde kaldılar. Günlerce konuştuk. Olayı bir de onlar anlattılar.
Yine Sait’le Kürdistan’a giden Dr. Faik Savaş’ı Batı Berlin’deki evinde ziyaret ettim. Türkiye’ye dönüşümde de olayı yakından bilen kişilerle konuştum.
Hepsinin ortak anlatımıyla, olay şu şekilde cereyan etmişti.
Sait Elçi’nin öldürülmesi
Dr. Sait, Kürdistan’a KDP’nin politbüro üyesi olarak gitmişti. Örgütün Türkiye’deki merkez yönetiminin emrinde olacak, onların talimatına göre hareket edecekti.Fakat Kürdistan’a gidince, orada, kendisinin genel sekreteri olduğu yeni bir örgüt kuruyor. Sait Elçi’nin genel sekreteri olduğu KDP’lilerinin de kendilerine katılmalarını ve talimatlarına göre hareket etmelerini istiyor.
Buna Sait Elçi’nin tepkisi çok sert oluyor. Aldatılmışlık duygusuna kapılıyor ve bunu ihanet olarak kabul ediyor. Kürdistan’a geçip bu durumu Mustafa Barzani’ye şikayet etmek istiyor. Elçi’nin arkadaşları arasında Dr. Sait’in adamı veya adamları vardı. Elçi’nin niyetini ve Kürdistan’a geçişini Dr. Sait’e bildiriyorlar. Elçi’nin Barzani’ye ulaşması, Dr. Sait için çok kötü sonuçlar yaratabilirdi. Barzani’nin yönetim kadrosu Sait Elçi’yi tanıyor ve sanırım kendisine güveniyorlardı. Bu çevrede Dr. Sait’i kimse tanımazdı. Elçi’nin söylediklerine inanacaklardı.
Sait Elçi’yi bir şekilde bulundukları yere getiriyor. Kulplu Hikmet Buluttekin’e emrederek Sait Elçi’yi öldürtüyor. Dr. Faik Savaş’ın amcasının oğlu, Faik’i görmek için Elçi’yle beraber gelmiş ve Elçi’nin öldürülmesine tanık olmuştu. Delilleri yok etmek için onu da Ömer Çetin’e emrederek öldürttürüyor.
Dr. Sait Kırmızıtoprak ve Hikmet Buluttekin’in idamı
Sait Elçi’den haber alınamayınca, arkadaşları Kürdistan’a gidip araştırıyorlar. Sait Elçi’nin Dr. Sait tarafından öldürüldüğünü öğreniyorlar ve durumu Mustafa Barzani’ye bildiriyorlar. Barzani’nin Bahtinan Bölgesi’nden sorumlu komutanlarından Esat Hoşevi, Dr. Sait ve arkadaşlarını, Ahmet Aras gibi orada misafir bulunanları gözaltına alıyor. Cinayet sorumluları Dr. Sait Kırmızıtoprak, Hikmet Buluttekin ve Ömer Çetin tutuklanıyorlar. Diğerleri sınırdışı ediliyor. Dr. Sait ile Hikmet Buluttekin idam ediliyor. Nüfuzlu Kürt aşiret reislerinin, Barzani nezdindeki girişimiyle Ömer Çetin serbest bırakılıyor.
Olaydan sonra, Mustafa Barzani’nin sağ kolu olarak bilinen, onun dış ilişkilerini yürüten Xebat gazetesinin başyazarı Dara Tevfik ile Paris’te görüştüm.Saitler olayını da sordum.
Dara’nın bana anlattıkları şuydu. “Mustafa Barzani, Türkiye’yi rahatsız edecek hareketlerden kaçınıyor ve bu gibi hareketlere müsamaha göstermiyor. Bu, onun temel politikasıdır. Bunu oğullarına ve çevresine de hep söyler.”
“Dr. Sait ve arkadaşlarının Türkiye’de karışıklık yaratacak, Türkiye’yi rahatsız edecek bir hazırlıkları vardı. Bunu gizlediler ve Barzani’yi aldattılar.”
Dara, sırf bu nedenle Dr. Sait ve arkadaşının idam edildiğini söylemedi. Ama konuşmasından esas nedenin bu olduğu anlaşılıyordu. Ayrıca, ortada bir cinayet olayı da vardı. İki kişi öldürülmüştü. Bütün bunlar, Dr. Sait ve arkadaşının idamını kaçınılmaz kılmıştı.
Irak’tan Kürt mültecilerin Türkiye’ye geliş yıllarıydı. Mültecilerin hukuki sorunlarıyla ilgilendim. Madame Mitterande’ın mültecileri ziyaretindeberaberdim.Organizasyona yardım ettim. “Kürt Mülteciler” diye bir kitap yayınladım.
O dönemlerde Mesut Barzani Paris’e gelmişti. Kürt mültecilere gösterdiğim ilgiden dolayı benimle görüşmek istediğini söylediler. Gittim, birkaç gün beraber kaldım. Ona da bu olayı sordum.
“Biz” dedi. “kararı Türkiye Kürtlerine bıraktık. Onlar idam edilmesini istediler. Biz de onların kararını uyguladık.” “Türkiye Kürtleri” dediği, Türkiye KDP’si idi. Onlar da Sait Elçi’nin arkadaşlarıydı.’
Komplo teorileri
Saitler konusundaki gerçek dışı yorumlar, hem Saitleri ve hem de Mustafa Barzani’yi tanımamaktan kaynaklanıyor.
Mustafa Barzani, Kürtler arasında efsane bir liderdi. Bu efsane, halk arasında, bugün de yaşıyor. Saitler ise Iraktaki Kürt Halkı arasında bilinmeyen isimlerdi.
Dr. Sait’i halkın sevdiği iddiasının da gerçekle bir ilgisi yoktur.
Barzaniler de, avlanmak ve ağaç kesmek büyük günah kabul edilir ve yasaktır. Dr. Sait ve arkadaşları, yerleştirildikleri köyde, kaldıkları binaların çevresindeki ağaçları kesiyorlar. Köylüler, Mustafa Barzani’nin izniyle buraya yerleştikleri için karşı çıkmıyorlar. Fakat bu nedenle kendilerinden nefret ediyorlar. Zaten Dr. Sait’in mizacı da halkla iyi ilişkiler kurmaya müsait değildi. Yakalanıp götürüldükleri zaman köylüler bayram etmişti.
Saitleri, efsane lider Mustafa Barzani’yle mukayese edip ciddiyetten çok uzak bir takım komplo teorileri üretilmektedir. Saitlerin gücünü abartmamak lazım. O dönemdeki Türkiye ve Ortadoğu güçler dengesinde onların esamisi okunmazdı.
İki Sait’in öldürülmesi olayı, tamamen KDP içindeki kişisel iktidar kavgasının sonucudur. İkisine de yazık oldu.’

21 Temmuz 2021 Çarşamba

SAİD ELÇİ, MIHEMEDĒ BEGĒ VE ABDÜLLATİF SAVAŞ’IN KATLİ üZERİNE..3

 (7)

DERVİŞ AKGÜL (SADO)’ÜN AĞZINDAN CİNAYETLERİN ORTAYA ÇIKIŞI
Derviş Akgül (Sado) Elçi ve arkadaşlarının öldürülmesi olayının aydınlanması için büyük bir uğraş veriyor.Olayın aydınlanmasına ilişkin şu bilgileri veriyor:
‘Büro Merkezi Navpirdan’a gittim. O sırada Dr. Mahmud Osman politbüro üyesi idi. Dr. Mahmut Osman’a gittim. Sait Elçi’nin Zaxo’da kayıplara karıştığını söyleyerek araştırmasını talep ettim. Dr. Mahmud, Zaxo nun Bölge Komitesi Başkanı ve İlçe Kaymakamı olan Osman Qazi’ye bir telgraf çekti. Ertesi gün, telgrafa cevap geldi. Osman Qazi, Sait Elçi’nin 23-24-25 Mayıs 1971 günlerinde Zaxo’da misafir kaldığını ve 25 Mayısta da Brusk ve Çeko tarafından Parti’nin yerel merkezinden alınarak, Dr. Şıvan’ın Meqeri’ne götürülmüş olduğunu beyan etmişti. (..)
Bunun üzerine, Behdinan Mıntıkası Başkomutanı Eshad Xoşewi’ye telgraf çekilerek; Sait Elçi’nin, Dr. Şıvan’ın kampında olduğu ve Dr. Şıvan ile Sait Elçi’nin derhal Mektebé Siyasi’ye gönderilmesi talimatı verildi. Birkaç gün sonra, Mam Eshad Xoşevi’den gelen cevabi telgrafta; Sait Elçi’nin Dr. Şıvan’ın kampında olmadığı ve Dr. Şıvan’dan aldığı bilgiye göre, Sait Elçi ile aralarındaki anlaşmazlığı aşamadıklarını, bu yüzden de Sait Elçi’nin Türkiye’ye döndüğü belirtilmekteydi. Gelen bu telgraf cevabı üzerine, Sait Elçi’nin hayatta olmayacağı endişesine kapıldım (War Zıvıstan, s.68).
‘Sabah kalktığımda, bölgedeki bütün komutanların ve Parti’nin yerel sorumlularının Bamerni’ye getirilmiş olduğunu gördüm. Komutanlar arasında İsa Suwar ve Eli Xelil’in yanı sıra, Partinin Zaxo Bölge Komitesi Başkanı Osman Qazi de vardı. Soruşturmayı rahmetli Mam Eshad Xoşewi yürütüyordu. Komutanlardan aldığı bilgi; sadece Sait Elçi’nin Çeko ve Brusk tarafından Dr. Şıvan’ın kampına doğru götürüldüğü düzeyinde idi. Mam Eshad Xoşewi bana bunları anlatarak fikrimi aldı. Ben de; Sait Elçi yi Dr Şıvan’ın kampına götüren Land Rover sürücüsünün getirilmesini talep ettim.
Land Rover sürücüsünü getirdiler. O da ifadesinde; Sait Elçi ve Dr. Şıvan ın adamlarını arabanın ulaşabildiği Hêzıl Nehrinin kenarına kadar götürdüğünü söyledi. O sırada nehrin öbür tarafında, benim akrabalarım olan Dr. Şıvan’ın emrindeki Selim Tilki ve Mehmude Hesenkan’ın Dr. Şıvan’ın kampına yakın Kumru kalesindeki silah deposunda nöbetçi olduklarını bildiklerimizden, bunların olaydan haberdar olabileceğini düşündüm. Mam Eshad’dan bu akrabalarımın da çağrılmasını talep ettim. Mam Eshad Dr. Şıvan’a bir mektup yazarak, bu adamları istedi. Mektubu götüren kişi, Bamerni’den çıkar çıkmaz, Selim Tilki’ye rastlıyor ve Eshad’ın kendisini çağırdığını bildiriyor. Bu nedenle, Selim Tilki çok kısa sürede geldi. Önce Mam Eshad görüştü. Sonrada benimle görüştürdü. Çünkü Selim Tilki kendisine bilgi vermemişti.
Selim Tilki’ye durumu sordum. Ne var ki, Selim Tilki bana cevap vereceğine akıl vermeye başladı. Buralar da adam vurma ile sinek vurmanın farksız olmadığını, benim fazla ileri gitmemem gerektiğinin, buralarda ne aradığımı söyleyerek, bu işin pek fazla peşine düşmememin benim içim daha iyi olacağını adeta tehditvarı bir havayla söylemişti.
Ben de kendisine; bak Selim! Biz akrabayız ama benim için öncelikli olan Kürtlüğümdür. Şayet bu işten malumatın olduğu halde, bize bilgi vermezsen ve daha sonra ortaya çıkarsa, emin ol ki, seni elimle öldürürüm dedim. Selim Tilki, daha önceleri benim çabalarımla Güneye geçmiş ve barınma olanağı bulmuştu. Hem, kendisine olan bu yardımlarımdan dolayı vefasızlığı içine sindiremedi, hem de Mam Eshad’ın bana gösterdiği büyük ilgiden korkarak bana; bildiğimi Eshad Xoşewi’ye izah edeceğim dedi.
Durumu Mam Eshad’a arz ettim, Selim Tilki’nin bir şeyler bildiğinin, onu sıkıştırdığı takdirde, bazı şeyleri öğrenebileceğini belirttim, Mam Eshad, Selim Tilki’yi hemen çağırttı ve benim de hazır bulunduğum o anda kendisine; eğer bu konuda bir şeyler bildiği halde bilgi vermiyorsa, ileride bu olay ortaya çıktığında, kendisinin bu olay hakkında malumatı olduğunu gösteren emareler bulunursa, kesin olarak ölümle cezalandırılacağını söyledi. Selim Tilki Mam Eshad’a; burada olan olayların, sizin bilginizin dışında olmasına imkân var mı? Diye sordu. Mam Eshad; nasıl olmaz! Elbette benden habersiz olaylar da olabilir dedi. Bu laf üzerine Selim Tilki; Dr Şıvan’ın Sait Elçi yi nasıl tutuklattığını, daha sonra alıp infaz ettirdiği yere götürdüklerinin, Sait Elçi ve Mıhmede Begé’nin öldürüşlerini açık bir şekilde izah etti (Derweşe Sado, War Zıvıstan, s. 70).
DR:MAHMUD OSMAN –HEMREŞ REŞO
Şahsen Dr.Mahmud Osman ile yüz yüze bir kaç defa bu trajediyi konuştum. Barzani’nin tavrını merak ediyordum. Dr.Mahmud Osman’ın da I-KDP’den olaylı bir şekilde ayrıldığını, İdris Barzani’ye kırgınlığını da bilerek buu sordum. Nisan 1991’de merhum adil Murad’ın evinde kendisiyle görüştüğümüzde (Dr.Cewad Mela ile birlikte) Mesud Barzani ve Celal Talabani hakkında çok ağır eleştirilerde bulunmuştu.
Dr.Osman ‘Barzani’nin bu olaydan sonra haberdar olduğunu, ama Zaxo’daki sorumluların Türkiye ile ilişkisi olabileceği nedeniyle durumun bu noktaya gelmiş olabileceğini’ söyledi.
Nisan 1970’de Hemreş Reşo’nun da Gılala’dan Şıvan’ın kampına gittiği söyleniyor. Bu bilgi doğru bir bilgi. Ancak Hemreş Reşo’nun Diyarbekir’de bir toplantıya katıldığı bilgisi doğru değil. Böyle bir şey olsaydı bunu Şakir Epözdemir ve Derviş Akgül doğrulayabilirdi. Hemreş Reşo ile de Said Elçi’nin öldürülmesi ve Dr.Şıvan’ın hazin sonunu bir çok defa konuştuk. Hemreş Reşo Said elçi ile Dr.Şıvan’ın tek parti çatısı altında olması halinde çok iyi olacağını söyleyip hayıflanıyordu. ‘Doktor niye böyle yaptı? Kendisine de çok yazık oldu’ diyordu. Başlangıçta kendisinin de Elçi ve Dr.Şıvan’ın birlikte olmasını istediğini, ama Dr.Faik Savaş’ın ayrılmasından sonra ilişkisini kestiğini söylüyordu. Hemreş Reşo, ‘Gılala’ya gittğinde Barzani’nin yanına gittiğinde, Barzani’nin oğulları İdris ve Mesud’un Otonomi anlaşması nedeniyle sevinç gösterisi yapmamasını istediği’ gibi bir çok şey anlattı. Hemreş Reşo, Dr.Şıvan’ın kampının dağılmasından sonra Almanya’ya gelen Ömer Çetin ve Necmettin Büyükkaya’nın kendisi hakkında ‘ağa çocuğu’ diye propaganda yapmalarına’ da bir anlam veremediğini söylüyordu.
(CUDİ) ÖMER ÖZSÖKMENLER’İN GÖRÜŞÜ
Ömer Özsökmenler (Cudi) de 12 mart darbesi sonrası aranmaya başlayınca Haziran 1971’de Şıvan’ın kampına gider. Özsökmenler, Rafet Ballı’ya verdiği cevaplarda Şıvan’ın artisinin İstanbul Harem’de bir otelde 1969 yılında yapıldığını ama kendisinin katılmadığını söyler.
Cudi, Necmettin Büyükkaya ile birlikte Suriye üzerinden 25 Haziran 1971’de Irak!a geçmiştir.
Cudi, Sait Elçi’lerin öldürülme hadisesini şöyle anlatıyor:
‘Öldürülme olayını başlangıçta kimse bilmiyordu. Eylül ortalarıydı sanıyorum (Temmuz ortaları olmalı.Y.K.). Şıvan, Zaho’ya yakın Bamerne’de bulunan kampımıza geldi. Tedirgindi.Oturdu, Mustafa Barzani’ye karşı çıkanları hainlikle suçlayan bir broşür kaleme aldı. Türkçe ve Kürtçe. Hedef Talabani’ydi. Elçi’nin öldürülmesi ortaya çıkınca, Barzani’nin tepkisini hafifletmek için böyle yaptığını sonradan anladık. Şıvan broşürlerle birlikte gitti. Birkaç gün sonra Irak-KDP’den bazıları geldi. Esad Hoşewi’nin kampına davet ettiler bizi. (Kampta) 33 kişiydik. O günlerde Irak-KDP’de iki numara olan Esad Hoşewi’nin kampında bizi Türkiye Kürdü olan bir istihbarat yüzbaşısı karşıladı. Böyle, böyle dedi. ‘Şıvan, Elçi’yi öldürttü.’ Bir kısmımız inanmadı. Şıvan’ın el yazması ifadesini gösterdiler.Gerçekten Elçi’yi öldürdüğünü kabul ediyordu.Olayı Irak KDP’ye Tilki Selim haber veriyor.’ (Rafet Ballı, Kürt dosyası, S.614-616)
AHMET ARAS’IN DEĞERLENDİRMESİ
12 Mart darbesinden sonra aranmaya başlayan yazar ve siyasetçi Ahmet Aras Hakkari üzerinden Güney Kürdistan’a geçtikten sonra Şıvan’ın kampına gider ve bir süre orada kalır. Ahmet Aras örneğinde görüldüğü gibi Türkiye’de aranıp da Güney Kürdistan’a geçenler I-KDP Behdinan yetkilileri tarafından Dr.Şıvan’ın kampına yönlendirilmektedir.Nazmi Balkaş (Soro), Ahmet Aras’ın 25 Haziran’da Hakkari üzerinden geldiğini yazmaktadır . Soro, A.Aras’ın 8 Eylül günü Baran, ve Zeki Tekeş ile birlikte Suriye üzerinden Lübnan’a giitiklerini de yazmaktadır..Aras, ‘Elçi ve arkadaşlarının öldürülmesi’ başlıklı yazısında konuyla ilgili bilgiler veriyor, Derweşe Sado’nun Said Elçi’ye sahip çıkması nedeniyle hedef yapılmasına dikkat çekiyor. ‘Sadece Derweşe Sado Said Elçi’ye sahip çıkmıştı’ diyen Ahmet Aras’ın Kürdçe yazısını özetliyorum:
‘Başta şunu söyleyeyim. Ben tesadüfen Şıvan ve arkadaşlarına rastladım. Devlet peşime düşünce, firar ettim, Suriye’ye gidecektim. Bana ‘Esad’ın üssü yakındır, o tarafa git. Ben tesadüfen onlarla karşılaştım. Ben Şıvan ve arkadaşlarının orda olduğunu hiç bilmiyordum. Şıvan gitmeme izin vermedi. ‘İlle gel partimize üye ol’ dedi ve ben kabul etmedim. Kaç defa aramızda münakaşa çıktı. Onların durumu iyi değildi. Sonradan öğrendim ki benden 25-26 gün önce bunlar Said Elçi ve arkadaşlarını öldürmüşler. Muhterem Biçimli, Tilki Selim, Derweş ve peşmergeler bana herşeyi anlattı..Esad da bana bazı şeyler söyledi..Ben bundan çok rahatsız oldum. Ben o zaman kendi kendime dedim ki, 'Keşke hapse girseydim, devlet bana en ağır cezayı verseydi de bu tür şeylere tanık olmasaydım. “. Ben bunları söylemeyeceğim,sadece bazı bazı noktalara işaret edeceğim. Tutuklanmasından 9-10 gün önce Şıvan bana ‘sen gidip Esad’ı görmek ister misin?’ diye sordu. Ben de ‘Evet’ dedim. Ben, Şakir ve Mela Evdılkerim Bamerne’ye Esad’ın üssüne gittik. Yaklaşık iki saat kaldıktan sonra aynı gün geri döndük. Bir ara Esad geldi, ayakta, burnunun üstünden bakarak Mele Evdılkerim’le merhabalaştı ve ‘Mela Evdılkerim Seid Elçi’den hiç haber var mıdır?’ diye sordu. Mela Evdılkerim de ‘hayır’ diye cevap verdi. Esad bize sırtını döndü ve gitti. Şakir birşey söylemedi. Sonradan öğrendim ki Şakir Said Elçi’nin partisinin üyesiymiş ve Mela Yunus ile birlikte Said Elçi’yi sormak için gelmişler buraya. Ben bir süre önce Şıvan’a Esad’ın yanına gtmek için buraya geldiğimi, ordan da Gılala’ya gitmek istediğimi ki beni ordan Suriye’ye göndersinler amacıyla geldiğimi söylemiştim. Şıvan o zaman bana ‘eğer bizim iznimiz olmazsa havadan kuş bile geçip Gılala’ya gidemez’ demişti. Herhalde, O, bana durumu göstermek istemişti. Bir gün Esad bir adam gönderdi ve ‘torunum hastadır, doktor gelsin’ demişti. Mela Abdüllatif de onlarla Zaxo’ya gidiyor.Ertesi gün 10-12 peşmerge geldi ve bizi hepimizi Bamerne’ye götürdüler. Biz o gece yattık, sabahleyn Mela Hemdi geldi ve ‘Şıvan, Seid Elçi ve iki arkadaşını öldürmüş. Biz bunu tesbit ettik’ dedi. Mela Hamdi oranın İstihbarat sorumlusu idi. Ve direkt olarak Barzani’ye bağlıydı. Sıkıyönetim Said Elçi’nin peşine düştüğünde, o, Mıhemede Begé ile Suriye’ye geçiyor ve oradan da Zaxo’ya gidiyorlar. Dr.Faik Savaş’ın (Dr.Hişyar) amcasının oğlu Abdüllatif Savaş onları nerde görüyor ve onlarla nasıl Zaxo’ya gidiyor bilmiyorum. İsa Suwar onları orda durduruyor ve Şıvan’a haber gönderiyor. Muhterem Biçimli’ye göre, Dr.Şıvan arkadaşlarını orda topluyor ve onlara ‘Said Elçi Zaxo’ya gelmiş, İsa Suwar onu durdurmuş ve bize haber gönderdi. Biz gidip o haini getireceğiz. Eğer niyetimizden şüpheye düşerse, biz onu zorla getireceğiz’ diyor. Sadece Mela Evdılkerim, ‘Getirme, nereye giderse gitsin bırak’ diyor. Şıvan, Mela Evdılkerim’i dinlemiyor, o ve Çeko gidip Said Elçi ile Mıhemedé Begé’yi Qumri’ye getiriyorlar ve nezarethaneye atıyorlar. Şıvan, Said Elçi’den ‘sizinle başka kim vardı?’ diye soruyor. Onlar da Dr.Faik Savaş’ın amcasının oğlunun olduğunu söylüyorlar.. Arıyorlar, fakat Abdüllatif Savaş’ı o arada bulamıyorlar. Seid Elçi ve Mıhemedé Begé’yi öldürdükten 2-3 gün sonra onu da getirip öldürüyorlar ki şahitlik yapamasın. Şıvan, İsa Suwar ve Esad’ı nasıl ikna etmiş, bunlardan bahsetmeyeyim. ‘ (Nubıhar, sayı153)
DERVİŞ AKGÜL’ÜN MİT’E TESLİM OLMASI, SORO’NUN İTİRAFLARI
Said Elçi’nin Dr.Şıvan ile anlaşmasından Derviş Akgül ve Şakir Epözdemir’in rahatsız oldukları yaptıkları açıklamalardan anlaşılıyor. Said Elçi iki arada bir derede kalıyor. Bir yanda yaptığı sözlü anlaşmaya uymayan Dr.Şıvan, diğer yanda Dr.Şıvan’ı kendilerine tercih etmesinden dolayı rahatsız olan parti kurucusu arkadaşları.
Derviş Akgül’ün inadı olmasa, Suriye’deki Kürdler Elçi’nin akıbetini merak etmese Said Elçi’nin öldürüldüğü bilinmeyecekti. Derviş Akgül ayrıca, Dr.Şıvan’ın affedilmesi için Esad Xoşewi tarafından yönlendirilen Şakir Epözdemir’in de serbest bırakılmasını sağlıyor, ‘bizim arkadaşımızdır’ diyerek ona sahip çıkıyor.
Bilindiği üzere Derviş Akgül ancak 1972 yazında Türkiye’ye dönebiliyor. MİT Musa Anter üzerinden Derviş Akgül’ün dönmesi mesajını iletiyor. Musa Anter, bunu ancak Şerafeddin Elçi’nin yapabileceğini söyleyerek Ş.Elçi’yi devreye sokuyor. Elçi bunu detaylı olarak Hasan Kaya’ya anlatıyor:
‘Musa Anter’i idareden çağırdılar, gitti. Akşamdan sonra geç vakitte geldi. Gelince de bizi toplayıp “Bugün beni MİT’e çağırdılar, gittim. Ankara’dan Kürtçülük Dairesi’nden sorumlu bir general geldi. ‘Musa Bey’ dedi, ‘bir olay olmuş, sizi içeri almışız. Ama biz işin tatlıya bağlanmasını istiyoruz. Sizin çocuklar da Avrupa’da, Türkiye’nin aleyhinde epey propaganda yapıyorlar. Sen bunlara bir mektup yazsan, Türkiye aleyhtarlığı faaliyetlerini durdursalar, biz de yavaş yavaş buraları boşaltmaya çalışsak’. ‘Ben şimdi kalksam sizin dediğiniz mealde bir mektup yazsam, benim çocuklar bunu sizin aleyhinize kullanırlar.’ (Yalnız Musa’nın çocukları değil, Musa’nın kardeşi Hasan’ın çocukları da Avrupa’daydı.)
‘İçeride babamıza işkence yapmışlar, zorla böyle bir mektup imzalatmışlar’ demezler mi? Siz bizi serbest bırakınca zaten hava yumuşayacak, biz de çocuklara haber veririz. Onlar da bu faaliyetleri durdururlar. ‘Mademki ortalığın yatışmasını, yapılan hataların düzeltilmesini istiyorsunuz. İlkin bir adım atın, sonra biz de yardımcı oluruz’ dedim ve o şekilde anlaştık. Yakında bizleri tahliye etmeye başlayacaklar” diye anlattı. Hakikaten kısa bir süre sonra Musa tahliye oldu. Musa’dan sonra başkaları da tahliye oldu. Tahliye olduktan sonra MİT Musa’ya şöyle diyor: “Elimizde arananların listesi var. Sana söz, mahkemeye verilenlere karışamayız ama aranıp da aleyhine dava açılmayanların hiçbirisinin aleyhine dava açmayız. İfadelerini alır göndeririz. Bunlar gelsin.” Aynen MİT’in dediği gibi Musa gitti, arananları Siverek’ten, Viranşehir’den, şuradan, buradan kafileler halinde getirdi. MİT de verdiği söz doğrultusunda bu insanları bir gece bekletip ifadesini aldıktan sonra serbest bıraktı.’(Age. S169)
(...)
Hasan Kaya, merhum Şerafett’n Elçi’ye soruyor:
-Bir de Derviş Akgül’ün teslim olması meselesi vardı değil mi?
Elçi cevap veriyor:
‘MİT Bölge Başkanı Musa Anter’den, o sıralarda kah Irak’ta Barzani’nin yanında, kah Suriye’de kalan Derviş Akgül’ün teslim edilmesini istemiş, o da bunu kendisinin yapamayacağını belirtip, ‘Derviş’i getirse getirse Şerafettin getirir’ demiş. Musa abi bana, ‘Derviş de gelsin çoluk çocuğunun arasına kavuşsun’ dedi. ‘Musa abi bunlara güvenilir mi?’ dedim. ‘Güvenilir’ dedi, yacağız, ne yaptı ne etti sormayacağız. Yalnız bize siyasetle uğraşmayacağına dair söz versin’ diyorlar ‘tecrübe ediyorum, getiriyorum, sözlerini tutuyorlar. ‘Geldiği zaman Derviş’i hiç bir ciddi sorguya tabi tutma.’
(..)
Şerafettin Elçi devam ediyor:
‘Bunun üzerine ben birisini gönderdim ve Suriye’den Derviş’i getirttim. Cizre Silopi arasında, hemen sınırda ve Dicle’nin kenarında bulunan Mehmedi köyünün dışında bir buğday tarlasında geceleyin, başbaşa görüştük. ‘Dışarıda kalmanda bir fayda var mı?’ dedim. ‘Yok, hiçbir fayda yok, şimdilik yapabileceğimiz herhangi bir şey de yok’ dedi. Durumu anlattım, ‘bunlara güveniyor musun?’ dedi. ‘Bilmem’ dedim, ‘gelsin, herhangi bir sorguya çekmeyeceğiz.Kendisi istediğini söyler, ama bize siyasetle uğraşmayacağına dair söz verecek’ demişler. ‘Benim şu anda Suriye’de yapabileceğim hiçbir şey yok. Zaten çoluk çocuğum da orada. Bundan sonra siyasi faaliyet yapacak halimiz de yok. Parti de per perişan, dağılmış vaziyette. Eğer sen ‘gel diyorsan’ ben gelirim’ dedi.’
Neyse kararlaştırdık ve Derviş’i Diyarbakır’a, götürdüm. Demir Otel’de kalıyorduk. Haber verdim, MİT müfettişlerinden Nihat adında birisi geldi, Derviş’i götürdü. Bir buçuk saat kadar sonra Derviş, otele geri geldi. ‘Ne yaptılar?’ dedim, ‘hiç bir şey yapmadılar’ dedi. ‘Bize söz vereceksin, bundan sonra evine gidip oturacaksın, hiçbir şeye karışmayacaksın. Biz seni takip edececeğiz, eğer bir şeylere karışmazsan biz de sana karışmayız’ dediler. Ondan sonra Derviş gitti.’ (Doğunun Elçisi’nden Yüce Divan’a, s173-174)
Derviş Akgül Diyarbekir’e gelip Demir Otel’in 5. Katında MİT ile görüşüyor veya iddia edildiği üzere ifade veriyor. O dönem Kürd solcuların ve milliyetçilerin de sık sık gittiği Niyazi Usta’nın Ar Pasajı’ndaki terzi dükkanında bir panik başlıyor. İddialara göre Derviş Akgül’e, ‘sen de komünistlere karşısın biz de. Bildiklerini anlat ve sonra evine git, otur’ deniyor.
Geçen yıl İbrahim Güçlü ile birlikte Derviş Akgül ile kendi evinde görüştük. Bu iddiaları kendisine sorduk. ‘Bir ifade vermedim’ dedi.
Derviş Akgül’ün MİT ile görüşmesi alenen gerçekleşen bir görüşme. Babası da otel civarında oğlunu bekliyor.
Nazmi Balkaş’ın durumu birçok kişi için bir hayal kırıklığı yarattı. Fakat O’nun bu durumu tartışılmadığı ise halen üstünde spekülasyon yapılan bir konu. Fakat Derviş Akgül’ün MİT’e gelip ifade vermesi veya ‘teslim olması’ tartışılırken nasıl ve kimler vasıtasıyla geldiği gözardı ediliyor.
Dr.Şıvan ve arkadaşları, arkadaşı olmayanlar da (Ahmet Aras gibi) gözaltına alınırken Nazmi Balkaş gözaltına alınmıyor. Belinde tabanca geziyor. Dr.Şıvan ile cezaevinde görüşüyor. Bu nedenle de Şıvan’ın ardılları ‘Nazmi Balkaş’ın I-KDP’nin adamı olduğu’ gibi şeyler söyledikleri gibi, ‘İdris Barzani’nin Balkaş ve Derviş Akgül’e gidip MİT ile çalışmalarını tavsiye ettiğini’ de öne sürüyorlar. İdris Barzani böyle bir acemilik yapabilir mi?
**
Nazmi Balkaş 8 Nisan 1982’de gözaltına alındığı zaman verdiği 7 sayfalık ifadede anlattığına göre kendisi ‘bilindiği gibi üzerimde 136 82 seri nolu telefon numarası çıktı. Bu numara devlet adına siyasi faaliyetleri yetkililere bildirmek için bu telefonu gerektiğinde kullandım, Orhan ismindeki yetkiliye cevap veriyordum, bu yetkili tarafından bana verilen kot ise Nedim. 1974 tarihinden sonra bu şahısla siyasi durumlar hakkında verilen görevleri yaptık, bunları açıklamak istemiyorum’ diyor (sayfa 7).
‘KİP-DDKD dava dosyası’nda Nazmi Balkaş ile ilgili görülen davanın ayrıntıları değil ama çok küçük bir özeti veriliyor:
‘586-Halit Nazmi Balkaş’ kısmında aktarılanlardan hakkında 13.071981 tarih ve 1981/112-192 esas ve karar no.lu ilanı müsnet suçtan karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir. K.L.60,D. 14-15-16. İş bu dava ise sanık açısından aynı konuda açılan mükerrer dava olduğundan ve bu hususta kesin hüküm bulunduğundan iş bu davanın reddine karar vermek gerekmiştir.’ (KİP-DDKD davası-kesinleşmiş karar, s. 553-554, Haziran 2006, Jina Nu yayınları)
SORO’NUN NOTLARINDA GÖZALTILAR
Nazmi Balkaş’ın ajandasında kesintiler var. Balkaş o tarihlerde not mu almamış yoksa çıkarılmış mı bilinmiyor. Bu nedenle Soro’nun ajandasındaki kayıp tarihleri, canları istediği zaman piyasaya belge sunanlara sormak gerekmez mi?
Nazmi Balkaş’ın notlarında önemli bilgiler var. Mesela kampa kimlerin hangi tarihte gelip hangi tarihte ayrıldıkları, Türkiye’ye gidiş gelişlerle ilgili bilgiler mevcut.
Soro (Nazmi Balkaş) notlarında Elçi ve arkadaşlarının öldürülmesi ile ilgili gözaltılara ilişkin şunları yazıyor:
’16 Temmuz: Serdar, Ahmet ile Tilki Selim Esat’ın yanna geldiler.
18 Temmuz-Şıvan Bamerne’ye geldi.
18 Temmuz Alişer Zaxo’dan, Çeko ise Musul’dan getirildi.
19 Temmuz: Toplu olarak biz geldik. Soro, Kurdo, Şakir, Çiya (Muhterem Biçimli) Cıwan )mela Mahmut) Ahmet Aras, Zınar,Xendevan,Jir,Halil,Musto,Mehmet, Molla, Guyanlı Sait geldi.
19 Temmuz:Gece de Zendo (Abdülkerim Ceyhan), Brusk (Hasan Yıkmış) ve Dıjwar(Lütfi Baksi) getirildi.
21 Temmuz:Gılala’ya gittik (Şıvan,Çeko, Soro, Şakir ve Selim Xoşewi). Şakir Epözdemir, Xoşewi’nin siteği üzerine yazdıkları nedeniyle Şıvan’ın arkadaşı olduğu nedeniyle tutuklanır. Daha sonra Derweşe sado ve Şerafettin Elçi’nin ‘o bizim arkadaşımız’ demeleri üzerine serbest bırakılır.’

-8-

1971 Haziranı’nda meydana gelen tarjik olaylar ve Dr. Şıvan ile iki arkadaşının 26 Kasım’da infazları ile ilgili olarak Said Elçi ve dr.Kırımızıtoprak taraftarlarının dile getirdikleri ortaya iki ayrı resmi söylem çıkarmıştır. Bu resmi söylemlerin ortak noktası ‘bilinen bazı şeylerin’ saklanmasıdır. Dolayısıyla özellikle Şıvan taraftarlarının çabalarıyla bu olaylar sislsilesi etrafında bir tabu oluşturulmuştur.
Tartışılmak istenmeyen tabulardan birisi ‘Derviş Akgül’e’ atfedilen ‘MİT ajanlığı’ suçlamasıdır. Yukarıda detaylıca anlatıldığı üzere Derviş Akgül, Musa Anter’in ve Şerafettin Elçi’nin aracılığıyla Diyarbekir’e getirilmiş, Demir Otel’de MİT ile görüşmüştür. Bu görüşmenin I-KDP’nin bilgisi dahilinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Derviş Akgül, I-KDP’ye zarar gelmemesi için adeta harakiri yapmış ve kendisini feda etmiştir. Ki 1975 Cezayir anlaşmasından ve hareketin dağılmasından sonra Mela Barzani Derviş Akgül’e ricacı olarak Mesud Barzani’nin Talabani’ye yazdığı mektubu götürmesini istemiştir. Derviş Akgül, bunu da bir vazife olarak kabul edip, hakkında ‘Talabanici oldu’ spekülasyonuna rağmen bu aracılığı yapmıştır.
Derviş Akgül çeşitli zamanlarda yaptığı açıklamalarda Dr.Şıvan’ın kampta kalan arkadaşlarına yardım ettiğini belirtti. Sözlü olarak bana da söyledi, ama isim vermedi.
Derviş Akgül adı etrafında ortaya atılan çeşitli komplo teorileri var. Mesela Sait Elçi ile Kırmızıtoprak arasındaki görüşmelerin, TKDP’li Derviş Akgül, Ömer Turhan ve Şakir Epözdemir’den gizli tutulmasına S.Arik tarafından getirilen açıklama şöyle: ‘İki Sait arasındaki görüşmeler, Güney Kürdistan’a gönderilecek grup ile sınırlıdır. Dr.Sait, Derweşe Sado’nun MİT muhbiri olduğu şüphesinden dolayı, olay gizli tutulmuştur. Yani konu sadece iki Sait arasında görüşülmüştür, diğer TKDP yöneticilerinin bundan haberi yoktur.’ (Arik. Age. S108)
Halbuki Dr.Sait Kırmızıtoprak Antalya ziyaretlerinde Derviş Akgül’ün sağlık sorunlarıyla ilgileniyor. Derviş Akgül ile ilgili söylenenlerin bir çoğunun sonradan ‘üretildiğine’ bir örnektir.
Nazmi Balkaş Dr.Şıvan sonrası partileşme çalışmalarını başlatan kişi. İlk önce yalnız gidiyor, daha sonra ise Ömer Çetin ile birlikte gidiyor. Kemal Burkay’a liderlik teklifi yapıyor. Dolayısıyla Dr.Şıvan’ın ‘Dört yıl siyaset yapmayın tavsiyesine’ uyulduğu sözkonusu değil.
Necmettin Büyükkaya’nın notlarına göre Nazmi Balkaş ile ilişki 1975’e dek devam ediyor.
Necmettin Büyükkaya, 22.01.1976 gününe ait tuttuğu notlarda Soro’nun üyeliğinin dondurulduğunu söylerken bu belgeler konusuna da değiniyor ve şunları söylüyor:
‘ Şu anda Soro dondurulmuş durumda. Bu eşyaları ise Soro burda Partinin temsilcisi iken bir parola ile G..e teslim etmiş. Biz G..E Soro’nun dondurulmuş olduğunu söylemek istemiyoruz. Çünkü Soro ile ana tarafından akrabalıkları var. Soro’dan ise parolayı sormuyoruz. Çalıştığımızı bilmesin diye. O gün akşamleyin Mızgin’e uğradık. O gece onda kaldık. O da Soro ile aralarında olup bitenleri anlattı. Soro son zamanlarda çok sertleşmiş, sağa sola saldırıyormuş. Şıvan benim talebemdi (Birisinin Soro keşke sen Şıvan, Şıvan da senin yerinde olaydı!’ Şıvan’ın ölmesini kastederek) diyormuş.Gurgin ve Abdullatifle Parti’nin herşeyini konuşuyormuş. Onlarda sağda solda gevezlikler yapıyormuş. Gurgin ve Selah için güvensizliğini ve bir nevi düşmanlığını açıkça belirtiyormuş vs.‘ (Kalemimden sayfalar, s185)
EBDUL HEMİD DERWEŞ NE DİYOR?
Suriye Kürd İlerici Demokrat Partisi Sekreteri Ebdül Hemid Derweş ‘Tevgere Kurdi lı Suriya dı bın roniye’ de başlıklı anılarında Said Elçi’nin öldürülmesi olayını ele alıyor (S163-170, Weşanen Deng, Temmuz 2011).
Derweş, Elçi’nin partisinin merkezinden ‘bir kaç kişinin Şıvan, Çeko ve Brusk ile ilişki kurduğunu, partilerinin imhasına yardımcı olduklarını’ söylüyor. Derweş, ‘ Şıvan’ın devrim önderliğinden gördüğü destek nedeniyle Said Elçi 1970 yaz başlarında temsilcisi Mıhemed Qıleban vasıtasıyla bize ‘parti liderliğini bırakmak istediğini, Suriye’ye gelip yerleşmek,Kürd ilerici demokrat partisi üyeleri içinde yaşamak istediğini bildirdi’ dedikten sonra şöyle devam ediyor:
‘1971 Mayıs ayının ikinci yarısının sonlarına doğru Elçi, Mıhemede begé adlı bir arkadaşıyla sınırdan geçip Qamışlo’ya geldi, önce benimle bazı şeyleri konuştuktan sonra Iraq Kürdistanına geçmek istediğini bildirdi. O sırada ben Şam’da idim ve onu göremedim. Mümkündü ki ben onu o zamanda Iraq’a gitmemesi için ikna edebilirdim. Yanında kaldığı Cigerxwin de onun Iraq’a gitmesini istemiyordu. Fakat o (Elçi) Suriye’den ve Türkiye’den bazılarının etkisiyle önünü Iraq’a çevirdi Kelhé köyü üzerinden. Oradan da İsa Suwar’ın üssünün olduğu, Zaxo’nun Bézehé köyüne gidiyor. O zaman elimize geçen bilgilere göre Elçi ve arkadaşı Mıhemede Begé, Zaxo sorumlusu Osman Qazi’nin ayarladığı bir land rover ciple Zaxo-Qumri arasında Şıvan’a gönderilmiş.. Şıvan da onları, Esad Xoşewi’nin karargahının olduğu Qumri’de bir hapishaneye koymuş. Elçi 8-9 gün o zindanda kalmış. Bizim bilgimize göre O, Mıhemedé Begé ve Namık adında bir başka arkadaşları (Abdüllatif Savaş olmalı.Y.K) 06.06. 1971’de öldürülmüşler. Namık’ın günahı oydu ki, Said Elçi onu zindanda görmüş ve Elçi O’nu durumundan bilgilendirmişti. Bu nedenle Namık da, Elçi ve Begé ile birlikte öldürülmüş. Bu çirkin olay Dr.Şıvan, Çeko ve Brusk’un eliyle gerçekleştirilmişti. Bu son zamanlarda ortaya çıktı ki, Devrim Liderliğinin Zaxo ve Behdinan sorumluları ‘Said Elçi Kürdistan’a hiç gelmemiştir’ diyorlarmış. Fakat halkın zorlaması ve isteğiyle, bizim ısrarlarımız nedeniyle ‘Doğrudur, Said yanımıza gelmiş,ama Hakkari bölgesinden Türkiye’ye dönmüş. Sonra ne olmuş bilmiyoruz’ demeye başladılar. Bu nedenle Devrim Liderliğinin sorumlularının söyledikleri hakkında şüpheler doğdu ve Elçi’nin öldürülme haberi yavaş yavaş yayılmaya başladı. Biz de Elçi ve arkadaşının öldürülmesi üzerine parti olarak bir bildiri yayınladık. (Bu bildiri 17 Temmuz 1971 tarihinde yayınlanıyor.Y.K.)(..) Bu bildirimiz üzerine bazı TKDP’liler yerlerinden kımıldamaya başladılar ve gerçeğin ortaya çıkması için Devrim Liderliğine başvurup sekreterlerinin öldürülme şeklinin ortaya çıkarılmasını istediler. (..) Gelişmeler, Devrim Liderliğinin bazı sorumlularınn da bu öldürmelerde elleri olduğunu gösteriyor.(...) Şıvan’ı yakından tanıyan birisi olarak,o çok sert ve katı biriydi. Bireycilik onun kulaklarına kadar yetişmişti.(..) Türkiye Kürdistanında meydanın kendilerine kalmasını istiyordu.(..) Bu tür şeyler marksist leninistlere yabancı bir şey değildir.(..) Bir gerçek daha vardır ki, o da şudur. Said Elçi’nin öldürülmesinin arkasında Türk MİT’i vardı. Onlar çoktan beri O’nun peşindeydiler ve ondan kurtulmak için fırsat kolluyorlardı ve bu milletin içinden çıkan bazı hainler tarafından bu şekilde öldürüldüler.’
H.Dewreş’in Şıvan’a yakıştırdığı ‘MİT ajanı’ doğru değildir. Benzer görüşlerini Diyarbekir’e geliş gidişlerinde de açıklamıştı. Ama bu iddiadan öte bir iftiradır da kanımca. Şıvan’ın yanlışını mahkum etmek için böyle maksadını aşan bir suçlamaya gerek duymamalıydı. Ayrıca onların bildirisinden önce
Derviş Akgül ve Şakir Epözdemir Elçi’nin akıbetini araştırmaya başlıyorlar. Ama Hemid Dewreş’in bildirileri Barzani’nin insiyatif almasında rol oynamış olabilir.
**
MAHMUT LEWENDİ’DEKİ BELGELER
Dr.Şıvan ve partisine ait belgelerin bir kısmı Şervan Büyükkaya tarafından yayınlandı. Necmettin Büyükkaya’nın notlarından oluşan ‘Kalemimden sayfalar’ önce Stockholm’de yayınlandı. Daha sonra Türkiye’de genişletilmiş bir baskısı da Vate yayınları tarafından yayınlandı. Necmettin Büyükkaya’nın notlarında bu belgelere ve bilgilere ilişkin anlatımlar yer alıyor. Büyükkaya ‘bu belgeler hakkında Ala Rızgari ve İbrahim Güçlü’ye’ yönelik olarak suçlamalar yapıyor. Bunun üzerine İbrahim Güçlü’nün de cevabi yazıları Armanc gazetesinde yayınlandı. 1989 yılından itibaren İbrahim Güçlü ile bu konuları bir çok defa ayrıntılı olarak konuştuk. 1989 yılında İbrahim Güçlü Tevger adına Londra’ya geldi. Kendisiyle Necmettin Büyükkaya hakkında konuştuk. Büyükkaya’nın grubu ile Ala Rızgari’nin neden birlşemediğini sordum. İbrahim Güçlü, Necmeddin Büyükkaya’yı seviyor ve saygı duyuyordu. ‘Sınırları bir kaç defa birlikte geçtik. Hep o en önde geömek isterdi. Bir yerde yemek yiyecek olsak mutlaka o ödemek isterdi.’ Gibi onore edici şeyler söyledi. Dr.Şıvan’a ait belgeler konusunu konuştuğumuzda ise Güçlü’nün şöyle söylediğini çok iyi hatırlıyorum:’ Bazı mektupları birlikte okuduk. Neco sanki bunları ilk defa okuyordu. Renkten renge giriyordu okudukça. Çünkü Said Elçi Doktor’un partisinin aldığı bir kararla öldürülmüştü. Biz emanet ettiği bazı kitaplar vardı. O arkadaşamızın yanlış bir tasarrufta bulunacağını sanmıyorum. Neco’ya da söyledim. Eğer kayıp kitaplar varsa bunları da Türkiye’den getirtmeye çalışacağımzı söyledim.’
Necmettin Büyükkaya’dan kardeşi Şervan Büyükkaya’ya aktarılan belgelerin yanısıra Mahmut Lewendi’de olan belgeler, Dr.Faik Savaş’ta olması muhtemel belgeler ve daha başka kişilerde olması muhtemel belgeler var.
Bu belgelerin son partisine ulaşan Mahmut Lewendi sözkonusu belgeleri 1993 yazında Hesen Hişyar’ın evinde oğlu Gurgin’den alışını şöyle anlatıyor:
‘ 1993 yazında Mümtaz Aydın ile Suriye’ye gittik. Yaklaşık üç ay orada kaldık. (..) Necmeddin Büyükkaya’nın ‘Kalemimden sayfalar’ı okuduktan sonra Dr.Şıvan ve arkadaşlarının birçok şeyinin Suriye Kürdleri yanında, özellikle de Hesen Hışyar’ın yanında kaldığını anlamıştım. O’nu da ziyaret ettik ve biz Dr.Şıvan’ın bütün belgelerini oğlu Gurgin’den aldık. Bize verdiklerinin çoğu Şıvan’ın şahsına aitti.’ (Mahmut Lewendi, Çıra, Zıvıstan 1996)
Mahmut Lewendi bu yazısında Doktor’a ait pasaporttan bahsediyor. S.A.Arik bu konuda şunları öne sürüyor:
‘Dünya Sağlık Örgütü’ ile ilişkiye geçen Dr.Sait bu kanal vasıtasıyla ihtisas sınavına girmeyi organize eder. Sınav, Atina’da yapılacaktır ve Dr. Sait’in pasaport alması gerekir. Pasaport için başvuruda bulunur, kendisine yurt dışına çıkma yasağı olduğu söylenir. Sonra Isparta’daki tanışıklığından yararlanıp, Demirel (Hacı Ali Demirel pasaport almasına yardımcı olur) ailesini devreye sokarak pasaport alan Dr.Sait, uçakla Atina’ya gider. 13 Eylül 1968’de sınava girer ve Kanada’da ‘Beyin cerrahisi’ adlında ihtisas yapma hakkını kazanır.
Dr. Sait bütün bu başvuru ve iletişimi, Türkiye’de askeri silah ve mühimmat ihalelerine giren, Ankara’da faaliyet gösteren bir İtalyan şirketi olan ‘Pantürk’teki teleks vasıtasıyla yapar. Bunları sağlayan da ‘Pantürk’te çalışan Doktorun yakın köylüsü olan Kemal Tugrul’dur. O dönemde böyle bir iletişim çok az şirkette vardır. Bütün bunlar şirket yönetiminin izni dışında yapılmaktadır. Zira şirket devlet ve genelkurmayla iş yapmaktadır. Böyle bir şeyin duyulması şirket açısından kötü sonuçlar doğurabilir.’ Age. (Arik.S110)
BAYKARA’NIN BELGELER KONUSUNDA GÖRÜŞLERİ
Dr.Şıvan geleneğinden gelen Mehmet Celal Baykara Dr.Şıvan hakkında yazdığı bir yazıda sözkonusu belgelerden de sözediyor. İlgili yazısında şunları yazıyor:
‘Yukarıda da belirttim, Dr.Şıvan’ın Kürt muhafazakar çevreleriyle ilişkisi devam etmiş, bu Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin Antalya yargılamaları sırasında ete kemiğe bürünmüştür. Doktor’un Harbiye tutukluluğu döneminden arkadaşı Sait Elçi Antalya’da tutukludur ve TKDP davasından yargılanmaktadır. Doktor Isparta’da görevli olduğundan sık sık Sait Elçi’yi ziyaret eder ve bu ziyaretlerinde tek konu Kürtlerin anti sömürgeci mücadelde örgütlenmeleridir. (..) Doktor 70’li yıllara yaklaşıldığında sosyalist düşünceyi benimsemekle beraber, muhafazakar Kürtler ile çalışmanın gerekliliğine inanmış, Kürdistani ve milli duruşu gereği TKDP ile çalışmaya başlamıştır. Ancak çok doğaldır ki Doktor ile TKDP arasında görüş farklılıkları mevcuttur. Doktorun mücadeleci örgütleyici ve savaşçı tavrı TKDP tarafından yadırganmıştır. Kısaca Doktor TKDP’ye sığmamış ve büyük gelmiştir. TKDP alışkanlığı gereği Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin bir şubesi gibi çalışırken, Doktor bir taraftan da yeni bir partinin de çalışması içerisindedir. Daha sol ve savaşacak bir parti. 1983 yılında Qamışlo’da bulunduğum bir zamanda, örgüt evimize Doktor’un arkadaşları olmamın münasebetiyle Doktor’a ait bir bavul getirmişlerdi. Bavulun içindekilerini görme ve inceleme şansım oldu. İçi tam savaş hazırlıkları ile dolu askeri haritalar ve savaş araçlarını kullanma talimatlarıyla doluydu. Ayrıca Doktor’un not ve randevularını gösteren Ece Ajandası mevcuttu. Ayrıntıya girmeyeceğim, bunlar Doktor’un neler yapmak istediğini zaten anlatıyordu. Doktor, TKDP adına Güney Kürdistan’da eğitim kampı kurar. Ancak bu sırada genel sekreteri olduğu, Haziran 1970 yılında kurulan, Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi’nin örgütlenmesine de devam etmektedir. Bu partinin varlığından Sait Elçi ve arkadaşlarının haberi olmuştur ve bu ikili sorunun çözümü için görüşmeler başlar.’ (Baykara, Dersim gazetesi, 23 Kasım 2020)
BELGELER VEYA ARŞİV:İBRAHİM GÜÇLÜ’NÜN GÖRÜŞLERİ
Yukarıda da değinildiği üzere Şıvan ve arkadaşlarına ait arşiv veya belgelerin bir kısmı Necmettin Büyükkaya tarafından İsveç’e götürülüyor. Bir kısmı ise daha sonraları Mahmud Lewendi tarafından Suriye’den alınıp İsveç’e götürülüyor. Şervan Büyükkaya’nın abisi Necmettin Büyükkaya’ya ait notları ‘Kalemimden sayfalar’ olarak kitap haline getirdi. Necmettin Büyükkaya’nın bazı notları nedeniyle İbrahim Güçlü o zaman Armanc gazetesinde (1993, 136 ve 137.sayı) Büyükkaya’nın görüşlerine karşılık cevap verdi. İbrahim Güçlü sözkonusu belgeleri Büyükkaya ile birlikte okuduklarını anlattığı yazısında şöyle diyor:
‘Said Elçi ve Dr.Şıvan olayından sonra Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) sorumluları Qamışlo’ya gelip parti arşivini bir dostuma bırakmışlar.
(..)
‘1980 yazında ben ve o (Necmeddin Büyükkaya) Qamışlo’ya gidip bir dostun evine misafir olduk. O dostumuz, Dr.Şıvan’ın arkadaşlarının dostuydu ve Türkiye’de akrabaları da vardı.(..)O zamanın T-KDP sorumluları parti arşivini o dostumun yanında bırakmışlar ve o da yıllarca korumuş. Yıllar geçince emaneti bırakanların arkadaşlarının bunu almayacağına kanaat getirince ben ve Necmeddin’e teslim etmek istedi. Ben kendimi o arşivin sahibi olarak görmediğim için arşivi almadım. Ama Necmeddin kendisini sorumlu hisettiği için aldı. Ama belgeler içinde bir eleme yaptı. Gerekli belgeleri aldı. Diğerlerini ise bıraktı. Sonradan o belgeler de Mahmud Lewendi tarafından alınıp yayınlandı İsveç’te.
(..)
Önce,Necmeddin o belgeleri gözden geçirdi. O belgeleri okurken rengi değişiyordu. O zaman anladım ki belgelerin içinde çok önemli ve ilginç bilgiler vardır. Daha sonra, onun isteği üzerine ben de o belgeleri okudum. Bu belgeler içinde çok önemli üç belge vardı. Bunlardan açıkça bahsedeceğim. Ama önce iki-üç şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum. Çünkü, bu benim Necmeddin’e karşı da tarihi bir sorumluluğumdur.
1-Ben orada anladım ki, necmeddin’in, Said Elçi2nin öldürülme kararından haberi yoktur. Çünkü o Said Elçi’nin Şıvan tarafından öldürüldüğüne inanmıyordu. O, varolan belgeleri okyunca şaşırıp kaldı.
2-Biz olay ve belgeler üzerine konuştuk. Ben, ‘Said Elçi ve Dr.Şıvan olayı hakkında tarihi bir sorumluluğa ve imkanlara sahiptiniz. Ama siz bu sorumluluğu yerine getirmediniz. Siz bu çabanızla da Said Elçi ve Kürd hareketine karşı günah işlediniz. (..)Senin bu belgeleri yayınlaman ve dağıtman gerekir.
3-Ne yazık ki, bir süre sonra Necmeddin’in tututmunda değişiklik meydana geldi. Sorumluluktan kaçmak için bu belgelerin çalındığını iddia etti. O’na göre, bu belgeleri çalan, ya ben ya da arkadaşlarımdı. Eğer o belgeler benim elimde olsaydı, ben, biz bunları yayınlardık şidiye kadar. Ya da o zaman yayınlardım.
4-Ben bugün inanıyorum ki eğer Necmeddin sağ olsaydı, bu münakaşalardan sonra vicdanı elvermez bu belgeleri yayınlardı.
5-Bu belgeler Necmeddin’in arşivindedir. O’nun arşivi de İsveç’teki kardeşinin yanındadır. Kardeşi o arşive dayalı olarak bir kitap yayınladı.
Bu belgelerin içeriği neydi?
Bu belgeler benim elimde olmadığı için ben geneli hakkında bilgi vereceğim. Ben üç belgeden sözedeceğim.
1-Brusk tarafından yazılan broşür
Brusk o zaman parti kadroları için bir broşür yazmış ve bu broşür 30-40 sayfadır. Broşürde Türk devletinin ordusu ve bürokrasisi analiz edilmektedir. O broşürde PDKT ve Said Elçi’nin devlet ve istihbaratı ile ilişkisi ele alınmaktadır.Bunu da ustalıkla yapmaktadır ve bunu o zaman Necmeddin Büyükkaya’nın dikkatini buna çekmiştim.
2-Polit Büro kararı
Said Elçi’nin öldürülme nedeni iki-üç sayfalık bir el yazısıyla yazılmıştı Bu el yazısı, Necmeddin’e göre Dr.Şıvan’a aitti. Çünkü Çeko ve Brusk’un yazısını tanımıyordu. Said Elçi’yi öldürme kararının altında Dr.Şıvan, Çeko ve Brusk’un imzaları vardı. Aynı belgede said Elçi’nin öldürülmesine muhalefet eden kişilerin el yazısı vardı.Bu muhalefet edenlerin bunu, Said Elçi’nin öldürülmesinin ortaya çıkmasından ve Şıvan, Çeko ve Brusk’un tutuklanmasından sonra yazdıklarına kanaat getirdim. Bu karara karşı çıkanlar aklımda kaldığı kadarıyla Mela Mahmut Okutucu, mela Abdülkerim Ceyhan, Soro (Nazmi Balkaş) ve Kurdo (Ömer Çetin)’di.
3-Soro’nun mektubu
Said Elçi’nin öldürülmesi ve Dr.Şıvan, Çeko ve Brusk’ın tutuklanmasından sonra Soro Otonomi liderliğine (IKDP) bir mektup yazmıştı. Bu mektup da el yazısıyla 3-4 sayfaydı. Soro hayatta olduğu için ona sorulabilir.Çünkü bu da Soro için tarihi bir sorumluluktur. Mektupta şunlar dile getiriliyordu:
a-uzun uzadıya Said Elçi övülüyor, Said Elçi’nin Türkiye’deki Kürd hareketi üzerindeki etkisi anlatılıyordu. Şıvan’ın öldürülmesinden duyduğu üzüntüyü de anlatıyordu.
b-Şıvan’ın negatif özelliklerinden bahsediyordu.
c-Olayı komünist bir plana bağlıyordu ve Dr.Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım ve Naci Kutlay’ın adlarını veriyordu. Soro mektubunda Şıvan ile bu komünistlerin ilişkisi ele alınıyordu. Şıvan’ın blierek Komünistler tarafından gönderildiği ve bu plan sonucu Said Elçi’nin öldürüldüğü yazıyordu. Bana göre, İdris Barzani ve Otonomi liderliği enzdinde ‘said Elçi’ninöldürülmesinin komünistlerin planı sonucu olduğu’ sonucuna bağlanması, Soro’nun bu mektubu nedeniyledir.’ Var, sayı 7,hejmar 7,Kuştına Seid Elçi U Dr.Şıvan, S.117,2005)
**
Güçlü’nün bahsettiği Soro’nun mektubu ise şu ana dek yayınlanmamıştır.
Şıvan, Nazmi Balkaş, Ömer Çetin’e ait arşivin veya yazışmaların Suriye’de uzun bir süre elden ele geçtiği anlaşılıyor. Baykara’nın önüne de bir bavul olarak konuluyor. Nazmi Balkaş, Dr.Naci Kutlay’a bunları Necmeddin Büyükkaya’ya teslim ettiğini söylüyor. Bu konuda söylenenlerin hiç biri bir diğerini tutmuyor.
Şerwan Büyükkaya ve Mahmud Lewendi’de olan belgeler daha sonra bir komisyona teslim ediliyor. Bu komisyonda yer alan kişiler Lütfi Baksi, Said Aydoğmuş, Mahmut Lewendi, Vildan Tanırkulu ve Şerwan Büyükkaya’dır.Görüleceği gibi bu komisyonda bağımsız kişiler yoktur. Lütfi Baksi , Şıvan’ın kampında bulunan, partisine üye olan bir kişidir. Geriye kalan kişiler ise Şıvan’dan sonraki Şıvancı örgütlenmelerde yer almış kişilerdir. Komisyonun incelediği bu arşiv daha sonra Almanya’da Süleyman Ateş’e teslim ediliyor. Bu arşivle ilgili tutulan bir envanter var mı bilinmiyor.
Sen, Sahin Veli, Metin Esen ve 11 diğer kişi
1 Paylaşım
Beğen
Yorum Yap
Paylaş